rehberlik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
rehberlik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Temmuz 2025 Çarşamba

Eğitimde Fırsat Eşitliği Çözüm mü?

1960'lı yılların Amerika'sı siyah-beyaz ayrımının zirve yaptığı zamanlardı.
Sanki iki farklı türlermiş gibi hayatın her alanında insanlık onurunu ayaklar altına alırcasına eşitsizlikler vardı.
Aynı tuvaleti bile kullanmaları yasak olan bu insanlar için ayrı okullarda ayrı eğitimler veriliyordu.
Dönemin ABD yöneticileri bu farklılığa rağmen eğitimde fırsat eşitliğini sağladıklarına inanıyorlardı.
Ama siyah ve beyaz öğrenciler arasında neden başarı farkı olduğunu bir türlü açıklayamıyorlardı.
Bunu anlayabilmek için de James Coleman ve ekibinden bir araştırma yapmaları istediler.

ABD eğitim tarihinin en kapsamlı ve önemli araştırması olan meşhur "Coleman Raporu" bu şekilde hazırlandı.
James Coleman sosyoloji alanında günümüzde bile sonuçları halen kullanılan çalışmalar gerçekleştirmiş bir akademisyen.
Çalışmasında 650 bin öğrenci ve 60 bin öğretmen ile anketler gerçekleştirdi ve çok büyük bir veri topladı.
Farklı bölgelerden, ırklardan ve sosyoekonomik sınıflardan gelen öğrencilerin eğitim performanslarını karşılaştırmak istiyordu.

Beklenti belliydi.
Öğrencilerin başarısını belirleyecek faktörler okulun fiziksel yapısı, kaynakları, öğretmen kalitesi olmalıydı.
Ancak Coleman Raporu çok çarpıcı bir gerçeği gözler önüne serdi.
Öğrencinin başarısını en çok etkileyen şeyler, ailesinin sosyoekonomik durumu, ev ortamı ve çevresiydi.
Yani çocuğun evinde kitap olup olmaması, anne-babanın eğitim düzeyi, çocuğun ailesi ile kurduğu iletişim ve akranlarının durumu başarıyı çok daha fazla etkiliyordu.
Öğrencinin sınıfındaki diğer öğrencilerin sosyoekonomik durumu önemli bir etkendi.
Çalışkan ve iyi durumda olan öğrencilerle birlikte olmak, diğer öğrencileri de yukarı çekebiliyordu.

Rapor ve sonuçları o dönem sadece eğitimcileri değil, tüm toplumu derinden sarstı.
Çünkü eğitimde eşitliği sağlamak için sadece okulları düzeltmek yeterli olmayacaktı.
Ailelerin ve sosyal çevrenin de iyileştirilmesi ve dönüşmesi gerekecekti.
Bu yüzden her öğrenciye aynı fırsatları sunsanız bile aynı başarı elde edilemiyordu.

Doğru meslek seçiminde de aynı eğitim başarısında olduğu gibi sadece bireysel ilgi ve yetenekler yeterli gelmiyor.
Aile yapısı, ekonomik imkanlar, çevresel koşullar ve sosyal etkileşimler de doğru karar vermede etkili oluyor.
Gençlerin içinde yaşadığı çevrenin sunduğu fırsatlara ve engellere de bakmaları ve ona göre bir karar vermeleri gerekiyor.

Çocuklarımız, potansiyellerini gerçekleştirecek yol ve modelleri çevresinde hiç görmemiş, daha önce denk gelmemiş olabilirler.
Hayatlarını değiştirecek rol modellerden yoksun büyümüş, bazı hayallerin mümkün olabileceğini hiç duymamış veya düşünememiş olabilirler.
İlgi duyabilecekleri ya da başarılı olabilecekleri alanlarla hiç tanışmamış da olabilir.
Doğal olarak da, kendi içlerindeki potansiyelin hangi yöne evrilebileceğini hiçbir zaman bilemeyecek ve görmedikleri hayalleri kuramayacaklar.

Bu yüzden bilinçli bir rehberlik ile sosyoekonomik sınırların ötesini de düşünmelerini sağlamalıyız.
Öğrencinin hayallerini, sadece içinde büyüdüğü evin duvarlarıyla ve bulunduğu çevreyle sınırlamamalıyız.
Onlara daha fazlasını hayal edebilecekleri pencereler açmalıyız.

Bugün meslek seçiminde olan gençlere ve ailelerine düşen görev, yalnızca iyi okullara girmek ya da popüler meslekleri seçmek olmamalı.
Bir çocuğun geleceği, sadece içindeki potansiyele değil, çevresindeki insanların o potansiyele ne kadar inandığına da bağlı.
Kendi gerçekliğini aşabilecek gücü fark edemeyen gençlerin geleceği sağlıklı şekillenemiyor.
Bunu yapabileceğine inanmayan çocuklarımız başkalarının çizdiği sınırlar içinde yaşamaya mecbur kalıyor.

17 Temmuz 2025 Perşembe

Erdemli Meslek Seçimi


Kariyer danışmanlığı görüşmelerimizde haklarında uzun uzun yazılar yazılacak gençlerle karşılaşıyoruz.
Kimi yapay zeka alanında kariyer yapabilecekken sağlık alanında çözümler üretebilmek veya engellilerin hayatlarını kolaylaştırabilmek için bu yönde ilerlemek istiyor.
Kimi hakim veya savcı gibi saygın ve güvenceli meslekler dururken, haksızlığa uğrayan çocukları savunabilmek ve koruyabilmek için bu alana yöneliyor.
Bazı mühendislik mezunlarının yüksek maaşlı ama çevreye zarar verecek işler yerine doğaya duyarlı sürdürülebilir projelerde ilerlemeye çalıştığına denk geldim.
Yine yakın çevremde son derece başarılı tıp kariyeri olduğu ve özel hastanelerden cezbedici teklifler aldığı halde sağlık hizmetlerine erişimi kısıtlı olan yerlerde çalışmayı isteyerek ve severek tercih edenleri görüyorum.

Etrafımızda bunlar gibi insanların varlığına sizler de her zaman her yerde şahit olabilirsiniz.
Bu kişiler daha az kazanmalarına rağmen vicdanlarının sesini dinliyor, ihtiyacı olan insanlara gerçek anlamda fayda sağlıyor ve toplumda farkındalık ya da dönüşüm gerçekleştirmeye çalışıyorlar.
Kendi iç sesleriyle yüzleştikten sonra hem bireysel hem de toplumsal olarak doğru olduğuna inandıklarını seçme cesaretini gösteriyorlar.

Gençler mesleklerini seçiyor.
İyi para kazanmak için, saygınlık ve itibar elde etmek için, önemli biri olmak için veya ailesinin beklentilerini karşılamak için tercihler yapıyorlar.
Ama çok azı “daha iyi bir insan olmak için” meslek seçiyor.

Meslek sadece çalışacağımız ve para kazanacağımız bir iş ya da geçim aracı değil, olmamalı.
Nasıl yaşamak istediğimizin, kim olmak istediğimizin ve bu dünyaya nasıl bir iz bırakmak istediğimizin cevabı olmalı.
Karakterimizin yansıması, vicdanımızın sesi de dahil olmalı bu sürece.

Meslek seçiminde yaptığımız belki de en büyük hatalardan biri, erdemli olmaya değer vermememiz ve bunu ihmal etmemiz.
Meslek seçimini sadece bireysel başarı ve çıkar üzerinden değerlendirmek zamanla toplumda büyük yaralar açıyor.
İnsani, ahlaki ve etik değerleri es geçiyor ya da umursamıyoruz.

Erdemli insanların mesleklerini erdemli şekilde yaptığı toplumlar sadece kalkınmakla kalmıyor, aynı zamanda daha yaşanabilir, adil ve huzurlu hale de geliyor.
İsveç, Norveç, Finlandiya gibi İskandinav ülkeleri bunun güzel örnekleri.
Bu ülkelerde bir iş değil de bir sorumluluk olarak görülen öğretmenlik gibi meslekler en büyük saygıyı görür.
Çünkü eğitim toplumun vicdanı olarak kabul edilir.

Japonya’da bir çöp toplayıcının işi, toplum hizmetleri için büyük önem taşır.
Çünkü orada temizlik, sadece estetik değil, ahlaki bir değerdir.
İşini iyi yapan herkes büyük saygı görür.
Erdemli meslek anlayışı bizdeki gibi sadece üst düzey mesleklerde değil, hayatın her alanına kendini gösterir.

Almanya gibi sanayi ve üretim odaklı ülkelerde ise ustalık ve mesleki etik kutsal kabul edilir.
Ustalar sadece teknik bilgiye değil, disipline, dürüstlüğe ve işine sadakate de sahip olmalıdır.
Ahlaki değerlere bağlı bu zihniyet sayesinde üretim sorunsuz olur, ürünlerine güvenilir damgası vurulur.

Biz peki onlara göre çok mu gerideyiz?
Çoğu zaman görünmez olsa da ülkemizde de mesleğini erdemle yapan insanlar da var.
Çocuklarımıza insanlık aşılayarak geleceğe hazırlayan sessiz sedasız çalışan öğretmenler, ellerindeki kısıtlı imkanlarla mucizeler yapan vicdanlı sağlık çalışanları, haksızlığa yanlışa hiç gelemeyen adalet temsilcileri, rüşvet reddeden kamu çalışanları gibi binlercesi...
Toplumumuz hala bu erdemli insanların omuzlarında yükseliyor.
Ahmet Şerif Hoca bir konuşmasında bahsetmişti.
Türkiye'de suçlar, haksızlıklar ve adaletsizlikler sadece nüfusun %10'una ait, büyük çoğunluk temiz ve düzgün yaşamaya çalışıyor.

Başarıyı para, şöhret ve makam mevki üzerinden tanımladıkça yanlış yapmaya devam edeceğiz.
Bir toplumda insanlar sadece kazancı için meslek seçerse, adaletsizlik, yozlaşma ve çıkarcılık sıradanlaşır.
İnsanlar erdemli olmayı kazancın önüne koyup meslek seçerse, güven, saygı, ahenk ve huzur kalıcı olur.
Erdemli meslek seçimi, insanın kendi vicdanıyla başkalarının iyiliği arasında kurduğu bağdır.
Bu bağ ne kadar güçlü olursa, toplum da o kadar güçlü olur.

29 Haziran 2025 Pazar

Mesleği Değil, Kendimizi Seçmek


Hayat yolculuğumda 40. yılımı tamamlamak üzereyim.
10 yaşında küçük bir çocukken hep doktor olmak isterdim.
20 ye geldiğimde iyi bir mühendis olmak için çabalıyordum.
30 uma geldiğimde "keşke Hukuk tercih etseydim" diye az düşünmedim.
Şu an ise, her ne kadar yaptığım işten keyif alsam da 50 yaşımda başka bir yerde olmak istediğime eminim.

Yalnız olmadığımı çok iyi bildiğim bu konu hakkında önemli ve meşhur bir bilimsel çalışma mevcut.
Meslek ve kariyer danışmanlığının temel taşlarından biri olan Donald Super’in Kariyer Gelişim Teorisi.

20. yüzyılın en etkili kariyer psikologlarından biri olan Super, 1940 lı yıllardan itibaren farklı yaş gruplarından bireylerle çalışmalar yaptı.
Bireylerin kariyer gelişimi ve meslek seçimi üzerine araştırmalarla veriler toplayarak analizler gerçekleştirdi.
Yıllarca süren araştırmalarında insanların meslek seçimlerini, iş doyumlarını, sahip oldukları değerlerini, ilgi alanlarını, rolleri ve kimliklerini değerlendirdi.
Görüştüğü kişilere “Sen kimsin?”, “Hayattaki amacın nedir?”, “Nasıl biri olmak istiyorsun?” gibi sorular sordu.
Sonunda aldığı cevapların insanların mesleki tercihleri ile bağlantılı olduğunu gördü.
Yani herkes kendini nasıl görüyor ve tanımlıyorsa meslek seçimini de ona göre yapıyordu.

Super, meslek seçiminin bir defalık bir olay olmadığını ve hayat boyu yenilenen bir süreç olduğunu yıllarca süren çalışmalarından sonra ortaya koydu.
1957'de “The Psychology of Careers” adlı kitabıyla Kariyer Gelişim Teorisini dünyaya duyurarak önemli bir misyonu da yerine getirmiş oldu.

İnsanlar tek bir meslekle değil, hayatın farklı dönemlerinde farklı mesleki rollerle tanımlanıyor.
Kariyer kararları da genellikle yaşam evresine ve toplumsal rollere bağlı olarak değişiyor.
Bir meslek seçimi ne kadar benlik ile örtüşüyorsa, kişi de mesleğinde ve yaptığı işte o kadar doyum ve başarı hissediyor.
İlgi alanları da zamanla değişebiliyor ve bu şekilde kariyer yolları yeniden çiziliyor.

Çoğu anne babaya göre meslek seçimi, bir defa verilecek büyük bir kararmış gibi görülüyor.
Gerçekte ise hayat devam ettikçe şekillenecek ve farklı yönlere evrilecek uzun bir yolculuk.
Kariyerlerimiz de aynı hayatlarımız gibi düz bir çizgiden ibaret değil.
Yaş aldıkça değişiyoruz, ilgi alanlarımız farklılaşıyor, değerlerimiz netleşiyor ve önceliklerimiz zamanla dönüşüyor.
Bu değişimler de doğal olarak hepimizin meslek ve kariyer tercihlerine yansıyor.

Super’in teorisinin en önemli katkılarından biri de kariyerimizin gelişimimizle iç içe olması.
Seçtiğimiz mesleklerle ve yaptığımız işlerle sadece para kazanmıyoruz.
Aynı zamanda kendimizi de tanıyor, geliştiriyor ve yeniden şekillendiriyoruz.
Sadece bir işte çalışmıyor, belirli bir yaşam tarzını ve bir kimliği de benimsemiş oluyoruz.

Hayat yolculuğumuzda her dönem farklı roller üstlenmeye devam edeceğiz.
Bir gün öğrenci, bir gün çalışan, bir gün anne baba ve sonra başka bir gün tekrar bir öğrenci olacağız.
Sahip olacağımız her kimlikle beraber farklı bir yönümüzü daha tanıyacağız.
Kendimizi tanıdıkça da yaptığımız işleri yeniden düşünmeye ve şekillendirmeye başlayacağız.

Bir mesleği sadece iyi kazandırıyor diye seçmek, uzun vadede tatmin getirmez.
İnsan, yaptığı iş için “Bu iş tam bana göre!" diyemiyor ve bunu hissedemiyorsa o işte tutunamaz.
Bu yüzden meslek seçiminde sadece yetenek testi yapmak karar vermede yetersiz kalıyor.
Kişinin kendini tanımasına yönelik yoğun bir çalışma ve iletişim de gerekiyor.

Çocuklarımızı meslek seçiminde “bir kerede ve tek karar ver” baskısı altına sokmamalıyız.
Hayatın uzun bir yolculuk olduğunu ve her durakta yeniden kendilerini keşfetme imkanları olacağını hatırlatmalıyız.
Sadece bugüne göre değil, gelecekte kim olmak istediklerini de düşünmelerine ve buna göre karar vermelerine yardımcı olmalıyız.
Hangi alanda ilgili ve yetenekli olduklarındansa, neyi yaparken kendilerini anlamlı hissettiklerini keşfetmeliler.

17 Haziran 2025 Salı

Hayat Denemeye Değer mi?


"Başarı; başkalarından daha iyi olmakla değil, kendi başınıza en iyi olmakla ilgilidir."
C. Dweck


Meslek danışmanlığı görüşmelerinde bazen çok parlak öğrencilerle karşılaşıyoruz.
Konuşmaları, üslupları, hal ve hareketleri açık açık "Benden çok iyi olacak!" diye bağırıyor.
Ancak bazı alanlara yönlendirme yapmaya çalıştığımızda "O iş olmaz, yapamam." diyerek kapıyı kapatıyorlar.

Bazen de tam tersi durumdaki öğrenciler çıkıyor karşımıza.
Sıradan olan veya akademik olarak fazla önde olmadığı halde anlamlı bir özgüvene sahip olan kişiler görüyoruz.
Hiç duymadığı, bilmediği veya güçlü olmadığı bir alan hakkında "Neden olmasın? Yapabilirim, denemek istiyorum." diyebiliyorlar.

Birbirine zıt bu iki yaklaşım aslında nereden kaynaklanıyor?
Doğuştan mı böyleyiz, yoksa zamanla yeteneklerimiz ve becerilerimiz gelişebilir mi?
İşte bu sorulara cevapların olduğu ve bu yargıların dayandığı bilimsel bir kuram var: Zihniyet Teorisi.

Stanford Üniversitesinde Psikoloji Profesörü olarak görev yapan Carol Dweck, öğrenme psikolojisi alanında ün yapmış bir isim.
Harvard, Yale ve Columbia gibi prestijli üniversitelerde de görev aldı ve çalışmalar yaptı.
İsmini dünyaya duyuran araştırması ise literatüre kazandırdığı kavram olan "Zihniyet Teorisi" oldu.

Dweck, kariyerinin başında çocukların başarıya verdikleri tepkileri ve başarısızlıkla başa çıkma yöntemlerini gözlemledi.
En önemli deneylerinden birinde bir grup öğrenciye çözmeleri için çok zor Matematik problemi verildi.
Problemi çözebilen öğrencilerden bir kısmı "Çok zekisin aferin." diyerek, diğer kısmı ise "Çok emek harcadın aferin." diyerek tebrik edildi.
Çocuklara daha sonrasında tekrar tekrar zor problemler soruldu.
Ancak bu defa zekisin denilen öğrencilerin zor problemlerden kaçındığı, çabaladın denilen öğrencilerin ise zorlandıkça daha çok çabaladıkları görüldü.
Övgü şekli bile çocukların zihniyetlerini şekillendirebiliyordu.

Dweck yaptığı yüzlerce deneyin sonunda düşünce yapılarını 2 temel zihniyet altında sınıflandırdı:
Sabit zihniyet ve gelişim zihniyeti.

Sabit zihniyete sahip olan insanlar zekanın, yetenek ve becerilerin doğuştan geldiğine ve değişmeyeceğine inanıyor.
Böyle düşünen insanlar için başarısızlık yetersizlik anlamına geliyor.
Bu kişiler denemiyor ve denemekten kaçınıyorlar.
Çünkü yapamayacaklarına inandıkları için denemeye değeceğini düşünmüyorlar.

Gelişim zihniyetine sahip insanlar ise farklı olarak zekanın ve yeteneklerin çabalama ile geliştirilebileceğine inanıyor.
Bu insanlara göre başarısızlık yeni şeyler denemeyi düşünmeye teşvik ediyor ve bunu da bir öğrenme fırsatı olarak değerlendiriyorlar.
Problem çözerken zorlanıyorlar ama zorlandıkça daha fazla çabalıyorlar.
Çünkü denedikçe gelişebileceklerini ve üstesinden gelebileceklerini düşünüyorlar.

Zihniyet teorisini sadece bir psikolojik kavram olarak görmek haksızlık olur.
Mesleki yönelim, meslekte devamlılık ve meslekte başarı-tatmin açısından da ele alınması ve önem verilmesi gerekiyor.
Çünkü meslek seçiminde sadece "neyi iyi yaptığımız"ı değil, "neyi öğrenmeye istekli olduğumuz"u da sorgularız.
Bu yüzden yönlendirme yaparken en çok "Neyin peşinden sıkılmadan vazgeçmeden koşabilirsin?" sorusunun cevabına dikkat ediyoruz.
Meslek danışmanlığındaki en önemli misyonumuz gencin sadece ilgi ve yeteneğini keşfetmesi değil, potansiyeline ve yapabileceğine olan inancını da geliştirmesi.

Sabit zihniyete sahip öğrenciler belirli alanlarda yeteneği olsa bile bunu kullanamıyorlar.
Denedikleri birçok alanda kendilerini yetersiz hissettikleri için sınırlandırıyorlar.
En ufak bir zorda hemen vazgeçiyor ve devam etmek istemiyorlar.

Diğer yandan gelişmiş zihniyete sahip öğrenciler yeniliğe ve gelişime sonuna kadar açık oluyorlar.
Zorlandığı alanlarda kendilerini zorlamaya ve denemeye devam ediyorlar.
Yeni becerileri öğrenebileceklerine inançları olduğundan daha geniş bir yelpazeden seçebiliyorlar.
Hata yaptıklarında bunun üzerinde daha fazla düşünme eğilimi ile hatayı düzeltebiliyor ya da tekrar etmiyorlar.

Çocuklarımızı hiçbir zaman sadece sonuç üzerinden değerlendirmemeliyiz.
Takdir ve ödüllendirmelerimizi deneme, sabır ve kararlılıkları üzerinden devam ettirmeliyiz.
"Benim çocuğu zeki ama tembel." sözüne defalarca şahit olduk ve duymaya da devam edeceğiz.
Çünkü gelişime, yeniliğe ve farklılığa açık olmanın zekadan çok daha önemli ve değerli olduğunu bir türlü anlayamıyoruz.

Zihniyet teorisine göre çocuklarımızı doğru yaklaşımlarla yetiştirdiğimizde hayata 1-0 önde başlayabilirler.
Potansiyellerinin ve yeteneklerinin daha uzun vadede çaba gösterme ile ortaya çıkabileceğine ikna edebiliriz.
Başarısızlıkla başa çıkmayı, hata yapmanın sorun olmayacağını, hata yapa yapa kendilerini geliştirebileceklerini öğretmeliyiz.
Bu sayede daha bilinçli meslek tercihleri yapabilmelerini ve mesleklerinde başarılı olabilmelerini sağlayabiliriz.

11 Haziran 2025 Çarşamba

"Keşke"siz Bir Hayat Mümkün mü?

Geçtiğimiz günlerde okuduğum bir haber beni çok derinden etkiledi.
Ölümün döşeğindeki hastaların son sözleri, son itirafları hakkındaydı.
Haberi sadece kişisel olarak değil, mesleki olarak da ele almak ve zihnimde kurcalamak istedim.
Çünkü hayatlarının sonuna yaklaşan insanların söyledikleri, hayatta kalmaya çalışan bizler için çok güçlü mesajlar içeriyor.

"Keşke daha cesur olsaydım..."
"Keşke sevdiğim işi yapsaydım..."
“Keşke sadece mutlu olmak için yaşasaydım...”
"Keşke kendim olsaydım..."


Bu itiraflar bende olduğu gibi size de tanıdık geliyorsa, sizler de yalnız değilsiniz demek.
Çünkü çok fazla insan, yaşamının sonunda aslında başkaları için yaşadığını, kendi değerlerini ve hayallerini geri plana ittiğini fark ederek bu cümleleri söylüyor.

Ölümün eşiğindeki hastalardan gelen itiraflar ve dile getirdikleri pişmanlıklar birbirine çok benziyor.
Yaşamak isteyip de yaşayamadıkları hayatı çok net bir şekilde ifade ediyorlar.
Bu pişmanlıkların çoğu ise seçtikleri ya da onlara dayatılan mesleklerle ve kariyerleriyle doğrudan ilgili.
Çünkü tercih ettikleri yollar, meslekler ve yaptıkları işler hayatlarının en önemli anlarını kaplıyor.


Gençlerimiz meslek seçerken “Ne iş bulabilirim?” ya da "Ne kadar kazanabilirim?" sorularına cevap arıyor.
Ama aslında asıl sormaları ve cevap aramaları gereken sorular başka:
“Ben kimim? Bana ne iyi gelecek? Nasıl bir hayatı yaşamak istiyorum?”

Günümüzün en çarpıcı yanlışlarından biri, çoğumuzun hayatlarını mahvetmeye devam ediyor.
Çocukluktan itibaren bize ne olmamız ve nasıl davranmamız gerektiği ve neyin doğru neyin yanlış olduğu dayatılıyor.
Toplum içinde başarılı ve saygın insan tanımlamaları yapılıyor ve kalıplar oluşturuluyor.
Bu kalıplar yüzünden kendi doğrularımızı bulmakta zorlanıyoruz.
Ne yazık ki kendi karakterimizi ortaya koyamıyor, sadece bize verilen rolü oynamakla geçiriyoruz tüm oyunu.

Birçok insan kariyer yolunu geçim kaygısı, statü, başkalarını memnun etme arzusu gibi sebeplerle çiziyor.
Hayallerini ve istediklerini gözardı edip günün şartlarına göre meslek seçiyor.
Sevdiğimiz işi yapmak çoğu zaman lüks veya gereksiz olarak görülüyor.

Çoğumuz ise mutluluğu bir hedef olarak değil, her şey yolunda giderse hak edilen bir ödül olarak görüyoruz.
Ancak şu çok net bir gerçek ki, başarı odaklı yaşayanlar mutluluğu ikinci hatta üçüncü sıraya atıyor.
Gerçek başarının insanın kendi özüyle uyum içinde yaşaması olduğunu görmek istemiyor.


Çalışmalarımda ve seminerlerimde en çok duyduğum sorulardan biri hep bu olur:
“Doğru meslek seçimi gerçekten bu kadar emeğe ve dil dökmeye değecek kadar önemli mi?”
Bense her defasında aynı cevabı veririm:
“İnsan yaptığı işle ya yaşar ya da azalarak biter.”

Doğru meslek seçimi bir kariyer kararı değil.
Yaşamak istediğimiz hayata ne kadar yakın duracağımızın yeri.
Bizi bıkmadan usanmadan yaşayacağımız hayata bağlayacak en önemli neden.
İlgi ve yeteneklerimizle, değerlerimizle ve hatta hayallerimizle bir bütün olma isteği ve çabası.

Doğru meslek seçimi sadece iyi hayat şartları, dolgun bir maaş ya da statü değil.
Kendini gerçekleştirmiş insanların yüzerine baktığınızda hep o aynı ifadeyi görürsünüz.
Bir huzur, bir güven, bir duruluk, bir “Benim dünyada olma amacım budur!” hissi.

Genç yaşta yapılan meslek seçimi, gelecekteki “keşke”lerin sayısını azaltabilir.
Tabiki de hayat düz bir çizgi değil, inişlerle ve çıkışlarla dolu.
Değişebiliyoruz, yollardan sapabiliyoruz, bazen de kaybolabiliyoruz.
Ama en başından kendimize yakın bulduğumuz bir yolda yürümeye başlarsak, yoldan çıksak bile tekrar geri dönmesi kolay olacak.

Meslek seçimi süreci gençler için bir yön arayışı.
Yetişkinler için ise bir yüzleşme.
Ama günün sonunda hepimiz aynı şeyi arıyor olacağız.
Bu yüzden gençlere ve ailelerine hep aynı şeyi tavsiye ediyoruz.
Bir iş değil, bir anlam; bir maaş değil, bir amaç; bir meslek değil, bir hayat seç...

3 Haziran 2025 Salı

Mutluluk Yasası


"Sakin ve gösterişsiz bir yaşam, sürekli huzur arayışından daha fazla mutluluk getirir." A.Einstein


1922 yılında Albert Einstein, tüm temel kuvvetleri tek bir alan cinsinden yazılabilmesine imkan sağlayan "Birleşik Alan Teorisi" hakkında yazdığı makalesini tamamladı.
Çalışmalarını anlatmak üzere dünyanın farklı ülkelerine konferans turuna çıktı.
Japonya duraklardan biriydi.

Tokyo’daki Imperial Hotel’de konaklayan Einstein, o dönem fizik dünyasının yıldızıydı.
1921 Nobel Fizik Ödülü’ne layık görülmüş, dünyanın en büyük zihinlerinden biri olarak alkışlanıyordu.
Otel odasında dinlendiği bir gün kapısı çaldı, bir kurye kendisine evrak getirdi.
Einstein, kuryeye bahşiş vermek istedi, ancak Japonlarda bahşiş vermek alınan hizmetten memnun olunmadığı anlamına geldiğinden hakaret olarak algılanıyordu.
Bunun yerine, kalemini eline alarak üzerinde bu notun yazdığı küçük bir kağıdı kuryeye verdi.

Bu sözün yazdığı not, yıllar sonra bir açık artırmada kuryenin yeğeni tarafından 1,56 milyon dolara satıldı.
Ama asıl değeri, az ama öz kelimelerle vermek istediği mesajda gizliydi.
Başarıya ulaşmış bir dahinin, başarının ötesine dair bir arayışla ilgili içini dökmesi, gerçekten paha biçilmezdi.


Bu not sadece bir tavsiye değil, çağının ötesinde bir farkındalığın, yaşanmışlıkların ve içsel dönüşümün ürünü.
Son yüzyılımızın en dahisinin bu sade ve derin sözü, insanın iç dünyasına, hayatın anlamına ve modern yaşamın karmaşasına dair çok şey söylüyor.
Yaşamı sorgulayan ve yüzeyselliğe teslim olmayan insanlar için de bu sözden çok güçlü anlamlar çıkarmak mümkün.

Onu böyle düşünmeye iten sebepler neydi?
Neler gördü, neler yaşadı, neler deneyimledi de böyle bir düşünceye sahip oldu?
Neden bilim tarihinin en büyük isimlerinden biri, “daha fazla ödül”, “daha fazla başarı”, “daha büyük alkışlar” demedi de, sakinlik ve gösterişsizlik dedi?

Cevaplar, dikkatli bakıldığında Einstein’ın hayatının satır aralarında saklanmış gibi duruyor.
Gençliğinden itibaren yalnızlığı seven, kalabalıklardan uzak duran biriydi.
Gösterişten, protokolden, unvandan ve sıradışı olarak övülmekten hoşlanmazdı.
Bilimsel keşifleri kadar, savaş karşıtı duruşu, insani duyarlılığı ve özgür düşünceye olan tutkusu ile de tanınırdı.
Hayatı boyunca büyük zihinlerin büyük kalabalıkların arasında değil de büyük sükunetlerin içinde derinleştiğini gördü ve yaşadı.


Başarı, eğer iç huzurla beslenmiyorsa, insanı daha huzursuz kılan bir kovalamacaya dönüşebiliyor.
Ödüller, eğer anlamla bütünleşmiyorsa, sadece raflarda süs olarak kalıyor.
Einstein da, hayatın anlamını sadece fiziğin formüllerinde değil, içten ve sade bir yaşamda, sıradan gibi görünen ama gerçekten yaşanan anlarda aradı.
Belki de bu yüzden fizik yasalarının ötesine geçen bir “mutluluk yasası” bıraktı bizlere.

Bugün hepimiz bir şeylerin peşindeyiz.
Daha fazla başarı, daha büyük imkanlar, daha çok görünürlük - tanınırlık, daha fazla konfor vs...
Ama hiç durup da kendimize hesap sormuyoruz.
Bu kadar koşturmacanın içinde neleri geride bırakıyor, neleri kaçırıyoruz?
Mutluluk, huzur gözümüzün önünde de biz mi onu farketmeden yanından geçip gidiyoruz?

Belki de hayatın anlamını uzaklarda aramaktan yorgun düşüyoruz.
Belki de anlam, gösterişte değil, Einstein'ın da dediği gibi sakinlikte.
Sürekli parlaklık ararken, gözümüz kararıyor.
Gerçekten huzur ve mutluluk, göremediğimiz veya görmek istemediğimiz yerlerde gizli belki.
Belki de hayatta gerçekten önemli olan şey bu ama farkına varamıyoruz.


Bugün insanlık, sosyal medya, tüketim kültürü, hız, rekabet ve gösterişle dolu bir çağda nefes almaya çalışıyor.
Einstein en zekilerimizden biriydi.
Modern dünyanın en temel yanlışını görmüştü.
Mutluluğu sürekli olarak dışardan gelecek kazanımlarda aramak en büyük hataydı.
Aslında sakinliğin, gösterişten uzak, sade bir yaşamın çok daha sürdürülebilir ve gerçek bir mutluluk sağladığını fark etmişti.

Hayat sadece başarılarla değil, huzurla yaşandığında anlam kazanıyor.
İnsanlık bilgi ve teknolojiyle büyüyor, ancak mutluluk sadeleşmeyle geliyor.

1 Haziran 2025 Pazar

Zeka Neden Başarı Getirmiyor?


"Eğitimin temel amacı, çocukları kendi yeteneklerinin bilincine vardırmaktır." 
E. Fromm


Psikoloji tarihinin en uzun soluklu araştırmalarından biri Lewis Terman tarafından gerçekleştirildi.
1921 yılında California’daki okullarda IQ’su 140 ve üzeri olan 1.528 çocuk seçildi.
Bu çocuklar sadece zeki değil, aynı zamanda iyi eğitimli ve sosyoekonomik olarak avantajlı ailelerin çocuklarıydı.
Yıllarca sürecek bu araştırmada Terman'ın amacı, zekanın başarıya etkisini anlamaktı.
Seçilen çocukların hayatları boyunca eğitimleri, iş hayatları, sağlık durumları ve hatta evlilikleri takip edildi.

Terman, IQ testlerini Amerika’ya uyarlayan kişi.
Bugün kullanılan Stanford–Binet Zeka Testi onun eseri.
Zekaya takıntılı biriydi ve üstün yeteneklilere karşı derin bir sempati duyuyordu.
Zekanın her şeyi belirlediğine inanıyordu.
Ona göre bu çok zeki ve parlak çocuklar ileride bilim insanı, sanatçı, lider olarak Amerika'nın gücü ve geleceğin Einstein’ları, Edison’ları olacaklardı.

Ancak sonuçlar onu çok şaşırttı.
Çocukların çoğu iyi eğitimler aldı, sıradan işlerde çalıştılar ve ortalamanın üzerinde bir hayat sürdüler.
Ancak bunlara rağmen hiçbirisi olağanüstü bir başarıya ulaşmadı.
Nobel alan, büyük bir icat yapan ya da toplumda iz bırakan biri çıkmadı.
Hatta ilginçtir ki Terman'ın yeterince zeki olmadıkları sebebiyle araştırmanın dışında bıraktığı iki çocuk, ileride Nobel Fizik Ödülü kazandı.


Terman'ın beklentisi kadar olmasa da çocukların arasından başarı ve mutluluğu yakalayabilenler de oldu.
Kendilerine en uygun mesleği seçenlerin çalışmaktan haz duydukları ve daha mutlu yaşadıkları görüldü.
Doğru mesleği seçebilenler, hayatın akışı içinde rastgele bir mesleğe sürüklenenlere göre daha haz dolu ve tatminkar bir hayat yaşadılar.
Potansiyelinin altında ya da yapabileceğinden fazlası olan mesleklere yönelenler ise sağlık sorunları ile boğuşarak mutsuz ve kısa hayatlar sürdüler.

Başarıya ulaşanların tamamı, anlam duygusunu buldukları ve önemli saydıkları işlerde çalışanlar arasından çıktı.
Doğru mesleği tercih edenler, hayatın kolayına kaçan, stresten uzak kolay ve basit meslekleri tercih edenlere göre daha verimli ve başarılı oldular, daha sağlıklı ve uzun yaşadılar.
En anlamlı sonuçlardan biri de, başarılı olanların ortak özelliğinin çocuklukta özgüvenli yetişen, azimli ve hedefe yönelik çalışan kişiler olmasıydı.


Araştırmanın sonuçları genel olarak yüksek zekanın başarı için tek başına yeterli olmadığı gerçeğini gözler önüne seriyor.
Herhangi bir meslekte ya da işte başarılı olmak için sadece yüksek IQ yetmiyor.
Zekâ bir potansiyel.
Ancak potansiyelin gerçek bir başarıya dönüşmesi için çaba, tutku ve devamlılık da gerekiyor.

Zeka ile kısa mesafeleri hızla koşabiliriz.
Ama hayat çok uzun bir mesafe koşusu.
Yılmadan devam etmek, düşmekten korkmamak ve düştüğümüzde kalkacak gücü bulmak çok daha uzun mesafelere gidebilmemizi sağlayacak.


Meslek danışmanlığı görüşmelerimizde anne-babalardan sıkça duyuyoruz.
Çocuklarının çok zeki olduğunu ve hangi alana yönelse başaracağını söylüyorlar.
Sanki çocuğun böyle bir başarılı olma zorunluluğu varmış gibi herşey zeka etrafında şekilleniyor, tüm plan programlar ve hedefler ona göre belirleniyor.

Ama bundan daha önemli sorulara odaklanmamız gerekli:
Bir çocuk, neye gönülden bağlanıyor? Hangi alanda yorulmaya razı?
Zekasını kullanıyor ve yeteneklerinin peşine düşüyor mu, yoksa çabucak vaz mı geçiyor?
Engeller ve zorluklarla karşılaştığında devam edebilecek gücü var mı?

Çocuklarımızın zekalarını övmek anlamsız.
Onların yorulmadan emek vermelerini, çaba göstermelerini, hayal kırıklığı ile baş edebilmelerini, hayallerinin ve tutkularının izinden gidebilmelerini desteklemeliyiz.
Çünkü ancak bunları yapabildikleri zaman başarılı ve anlamlı bir hayatları olacak.

Ne para, ne şan şöhret, ne kariyer ne de unvanlar.
Sadece işe yarama duygusu ve kendisine ihtiyaç duyulması insanın hayatına anlam katıyor.
Bu duyguların tadı alınmadığında herşey boş geliyor.
Kolay ve rahat bir yaşam ise acizlik ve değersizlik hissine neden oluyor.

27 Mayıs 2025 Salı

Başarı Yetenek ile mi Gelir, Tutku ile mi?

"Azim, hayatı bir sprint koşusu gibi değil, bir maraton gibi yaşamaktır." A. Duckworth


Hepimizin çevresinde doğuştan zeki ve yetenekli olduğu halde önemli başarılar kazanamamış birçok insan vardır.
Yine benzer şekilde, sıradan ortalama zekaya sahip olduğu halde çok çalışarak hedeflerine ulaşmış çok insan da vardır.
Çevremizde çok sık tanık olduğumuz bu duruma bakınca net bir şekilde anlayabiliyoruz.
En zeki olanlarımız değil, en çok direnenlerimiz, en çok çabalayanlarımız ve vazgeçmeyenlerimiz hedeflerine ulaşıyor.
Bu gözlemin bilimsel bir adı bile var: Grit Teorisi.

Son yıllarda adını sıkça duyduğumuz Angela Duckworth, "Grit Teorisi" ile Psikoloji alanında önemli bir ün kazandı.
Harvard ve Oxford Üniversitelerinde dereceleri olan Duckworth, kariyerine bir Matematik öğretmeni olarak başladı.
Öğretmenlik yıllarında hem kendi hem de birçok insanın hayatını değiştirecek önemli bir şeyi fark etti.
Öğrencilerinin başarısını belirleyen şeyin yalnızca zeka olmadığını gözlemledi.
Bu gözlem onu, “Gerçek başarıyı belirleyen şey nedir?” sorusunun cevabının peşine düşürdü.
Nörobilim ve Psikoloji alanlarında aldığı eğitimlerle birlikte yoğun bir çalışma ve düşünme dönemi geçirdi.
Yıllar süren araştırmalarının sonucunda ulaştığı sonucu "Grit Teorisi" ile dünyaya duyurdu:

“Başarılı insanlar, en yetenekli ya da en zeki olanlar değil, en sebatkar (kararlı) ve yılmadan çalışanlardır.”

Teorisine göre başarı, yalnızca zeka ya da yetenekle değil, uzun vadeli hedeflere gösterilen azim ve tutku ile ilgili.
Bir hedefe tutkuyla bağlanmak ve zorluklar karşısında vazgeçmeden sabırla ilerlemeye devam etmek başarıyı kaçınılmaz kılıyor.
Grit Teorisi, bugün dünyanın birçok yerinde eğitimden kariyer planlamasına kadar pek çok alanda referans alınıyor.
Grit, en basit haliyle tutku ve sebatın bir arada olduğu bir kavram.
Bir hedefe içten gelen istekle bağlanmayı ve zorluklar karşısında yılmadan devam etmeyi gerektiriyor.

Duckworth başarıya ulaşmak için sadece zeki olmanın tek başına yetersiz olduğunu; sabır, istikrar, azim ve kararlılığın çok daha belirleyici olduğunu anlatıyor.
Çalışmalarında öğrencilerin IQ’larını, fiziksel dayanıklılıklarını ve not ortalamalarını ölçüyor.
Okulu başarı ile tamamlayabilenlerin en iyi Grit puanına sahip olanlar arasından çıktığını gözlemliyor.
Yani zeka ve fiziksel yeterlilik yerine yılmadan çalışma arzusuna sahip olanlar başarılı oluyor.
Bu durumun eğitimde, sporda, sanatta ve iş hayatında da benzer şekilde sonuçlar getirdiğine şahit oluyor.

Meslek seçerken sadece “Neyi iyi yaparım?” sorusuna değil, “Ne için mücadele etmeye hazırım?” sorusunu da cevap ararız.
Bir meslekte başarılı ve mutlu olmak için o işe bağlılık ve süreklilik gerekir.
Bu yüzden doğru meslek seçimi Grit ile doğrudan ilişkilidir.
Resme yeteneği olan biri, eğer bu alanda sebat gösteremezse, usanmadan denemeye devam etmezse başarılı olamaz.
Ama ortalama bir yeteneğe sahip biri tutkuyla ve yılmadan resim yapmaya devam ederse, sonunda mutlaka bir başarı kazanabilir.
Bu nedenle ilgi ve yeteneklerin yanında bir öğrencinin istediği alanda uzun vadeli çaba göstermeye istekli olup olmadığını sorgular ve meslek seçiminde değerlendiririz.

Grit sahibi olanlarımız kolay kolay vazgeçmiyor.
Kısa süreli zorlukları aşmak için güçlü nedenler icat edip onlara sarılıyorlar.
Başarılarını geçicilik üzerine değil süreklilik üzerine inşa ediyorlar.
Hayal kırıklıklarını bile kendileri için bir gelişim fırsatına dönüştürebiliyorlar.
Bu sonuçlara bakıldığında Grit yalnızca akademik başarı için değil, hayat başarısı için de çok önemli.

Meslek seçimi çocuklarımız için bir yol ayrımı değil, bitmek bilmeyen çok uzun bir yolculuk olacak.
Bu yolculukta başarı, sadece yeteneklerle değil, tutkulu bağlılıkla ve istikrarlı çabayla gelecek.
Hayatta bizim için gerçekten önemli olan işler, vazgeçemediğimiz işler olacak.
Çaba göstermeden yeteneğimiz, gerçekleşmemiş potansiyelimizden başka bir şey değil.
Başarı için çocuklarımızın en güçlü değil, en kararlı olan taraflarını beslemeliyiz.

16 Mayıs 2025 Cuma

Yarışa Değil, Hayata Devam!


"The soul is healed by being with children."
F. Dostoyevsky

Çocuklarımızın geleceği netleşirken gittikleri okullar ve aldıkları eğitimler çok önemli.
Ancak en az bunlar kadar kazanacakları kişilikleri, değerleri ve yaşam tercihleri de belirleyici olacak.
Okullarımız eğitimin temel bir parçası ama ne yazık ki hayatın tamamını kapsamıyor.
Bu nedenle kazanmalarını ya da gitmelerini beklediğimiz okullara abartılı anlamlar yüklemek doğru değil.
Çocuklarımızın iç dünyasına, dış dünya ile kuracağı ilişkilerine ve sorumluluk bilincine daha fazla önem vermemiz gerekiyor.
Onlara bilgi değil, bilgelik katarak yardımcı olabilmeyi dert etmeliyiz.


Her çocuk aynı yollardan gitmek ve yürümek zorunda değil.
Eğer çocuğun ilgi alanı teknik konular değilse, yoğun akademik beklentilerle onu baskılamak çok yanlış sonuçlar çıkarıyor.
İstemediği bir alanda ısrar etmek, onların hevesini kırıyor.
Mümkünse maddi kaynaklarımızı gelecekte gerçekten ihtiyaç duyacağı alanlar için değerlendirmeliyiz.
Kimi zaman destek olmak biraz sakin kalmayı, geride durmayı bilmeyi gerektiriyor.


Eğitim çok uzun bir yolculuk.
Herkesin övdüğü bir okul, çocuğumuz için en uygun ortam olmayabilir.
Bütçemizi hesaplarken sadece bugünü değil, yarını da düşünmeliyiz.
Olası riskleri göz önünde bulundurarak hareket etmek bizi ilerde büyük pişmanlıklardan kurtarır.
Başkaları ne yaparsa yapsın, biz kendi imkanlarımıza göre sağlıklı, mantıklı ve sürdürülebilir kararlar almalıyız.
Çocuğumuzun eğitim süreci bizim yaşam kalitemizi tehdit edecek bir yük haline gelmemeli.


Erken yaşta beceri ve meslek kazanmak çok daha anlamlı ve üretken bir yol olabilir.
Herkes mimar, mühendis ya da doktor olmak zorunda değil.
Çocuğun derdi çok para kazanmaksa, doktor ve mühendisten kat kat fazla para kazanabilen sürüyle meslek var.
En önemlisi, hayatın farklı alanlarında üretken, mutlu ve başarılı bireyler yetiştirebilmek.
Çünkü geleceğin dünyasında sadece bilgi değil, beceri çok değerli olacak.
Çocuğumuzu, kendi potansiyelini gerçekleştirebileceği alanlara yönlendirmek endişe duyulacak bir durum hiç değil!


Sınavlar, hayatın tamamı değil, sadece küçük birer parçası.
Eğer sınavlarda istedikleri sonuç gelmiyorsa, bu dünyanın sonu da değil.
Bu durum onların başka bir yoldan ilerlemeleri gerektiğini anlayabilecekleri değerli bir fırsat.
Çocuklarımıza bu süreçte beklentisiz destek olmak, yolların bitmediğini göstermek en kıymetli rehberlik olacak.


Değerli anne ve babalar!
Çocuklarımızı çok sevmeliyiz, anlamalıyız, onlara güvenmeliyiz.
Onlardan önce, bizim rahat olmamız gerekiyor.
Hayat sadece sınavlardan, notlardan, puanlardan, akademik başarıdan ibaret değil.
Onlara mutlu, huzurlu ve değerli bir yaşamın mümkün olduğunu yaşayarak ve göstererek hissettirmeliyiz.
Çocuğunuzun geleceği için atacağımız en anlamlı ve en önemli adım, onu “iyi insan” olarak yetiştirmek olacak.

1 Mayıs 2025 Perşembe

Anne Babalığın Gerçek Dili


"Eğer duygu çok ağır basıyorsa ve duygu çok yoğun yaşanıyorsa, bilgi davranışı değiştirmez. Aksi olsaydı, dünyada tek bir kişi bile sigara içmezdi."
Acar Baltaş


Anne babalar olarak çok şey gördük, yaşadık ve öğrendik.

Doğru anne baba olmanın sırlarını keşfetmek için de kendimizi zorlamaya devam ediyoruz.

Bildiklerimizi yavrularımıza aktararak görevimizi yaptığımıza ve onların da bu sayede en iyisini yapacaklarına inanıyoruz.


Ama sonra işler yolunda gitmiyor ve şikayetler gelmeye başlıyor.

Çocuk bizimle konuşmuyor, konuştuğumuzu da duymuyor.

Bazen sessizleşiyor içine kapanıyor, bazen de yavaş yavaş uzaklaşıyor.

Biz de daha çok konuşup, daha çok anlatıp, daha fazla nasihat edip komutlar vermeye başlıyoruz.


Halbuki çocuklar ne kadar çok şey bildiğimizi değil, ne kadar çok yanlarında olduğumuzu hatırlıyor.

Koyduğumuz kuralları değil, onları dinleyip anladığımız zamanları arıyor.

İlgilendikleri tek şey, onlarla ne kadar ilgilendiğimiz.

Ne kadar yorgun ya da ne kadar canımız sıkkın olursa olsun, sadece yanlarında olmamızı bekliyorlar.

Tatlı tatlı uyurlarken bile onları seyrettiğimizi hissedebiliyorlar.


Akıl ne kadar haklıysa, kalp de o kadar güçlüdür. 

Bilgi ne kadar yüksek sesle bağırsa da, duygunun sesi her zaman daha baskın çıkar.

Bu yüzden kalplerine ulaşmamız için yapmamız gereken şey kalbimizi onlarınkiyle buluşturmakta.

Yargılamaya girmeden, öğretme çabasına kapılmadan sadece anlamaya çalışmakta.


İnsan çoğu zaman bildiğini yapmaz. Bildiğiyle değil, hissettiğiyle yaşar.

Bu yüzden göz göre göre aynı hatalara koşarak gideriz.

Defalarca kandırılsak bile yine de insanlara güveniriz.


Bunların hiçbiri bilgi eksikliği değildir. Duygularımızın aklımızı esir aldığı anlardır.

Çünkü sadece düşünen varlıklar değiliz.

Hissederiz, özleriz, kırılırız, pişman oluruz, ümit ederiz.


Artık öncelikli görevimizin nasihat etmek değil, duygu köprüleri kurmak olduğunu anlamalıyız.

Sürekli denetlemek, kontrol etmek ve yönlendirmek değil, sadece onların "yanında" olmanın yeterli olduğuna inanmalıyız.


Bizler bile çoğu zaman düşünmek değil, sadece duymak isteriz.

İkna olmak değil, sadece anlaşılmak isteriz.

Hatırlatılmayı değil, dinlenmeyi isteriz.

Böyle zamanlar, bilgi, nasihat, tavsiye değersiz olur; duvara çarpar gibi geri döner.

Bu yüzden ikna için sadece doğruyu anlatmak yetmiyor, hiçbir zaman da yetmeyecek.


Kalplere dokunmak zorundayız.

Duygularına ulaşmayı öğrenmek zorundayız.

Çünkü kalbi ikna olmamış bir bilinç, bilgiyi sadece saklar, onu asla davranışa dönüştürmez.


Bilgi önemlidir ama duygu şekillendiricidir.

Çoğu zaman “biliyorum” ya da "farkındayım" deriz ama “yapamıyorum” diye de ekleriz.

İşte bilmek ile yapmak arasındaki o mesafeyi, bilgi ile duygunun yoğunluğu belirliyor.


Dünyayı değiştirmek istiyorsak, insanların sadece aklına değil, kalbine de ulaşmalıyız.

Ağzımız kadar yüreğimizi de konuşturmalıyız.

Evlatlarımızla, ailemizle, çevremizle, öğrencilerimizle ve kime ulaşmaya çabalıyorsak her şeyden önce sevgiyle, güvenle ve sabırla gönüllere yollar köprüler kurmalıyız.


Bilgiyle yönlendirilen akıllar, duyguyla beslenen bir kalbe sahip olmadıkça, değişmek bir hayalden öteye geçmeyecek.

Önce kendimizi, sonra dokunduğumuz her şeyi değiştiremedikçe hayatlar anlamını yitirmeye devam edecek.


Bir gün herkes gidecek çocuklarımızın hayatından.

Ama ne kadar gönüllerinde kaldıysak, o kadar az yanlışta arayacaklar mutluluğu ve huzuru...


Anlatmak yerine anlamak...

Akıl vermek yerine güven ve cesaret vermek...

İşte size benim inandığım anne babalığın gerçek dili...

19 Nisan 2025 Cumartesi

Meslek Seçiminin Gizli Mimarı: Aileyle Geçirilen Zaman


"Çocuklar ebeveynleri tarafından dünyaya getirilirler ancak onlara ait değillerdir."
 Carl Jung


Yaşadığımız hayatın sessiz ama etkili mimarları vardır: Anne-babamızla geçirdiğimiz zamanlar.

Bunlar ne bir okulun ders programında yer alır ne de sınav sistemlerinde puan olarak karşılığı vardır.

Ama çocukların kendine duyduğu güvenin, hayal kurma cesaretlerinin ve “Ben kimim?” sorusuna verdiği ilk cevapların kaynağı bu zamanlardadır.

Çocuklar meslekleri önce oyuncaklarında değil, annelerinin şefkatli ellerinde ve babalarının gözlerindeki ışıltıda tanırlar.

Bir baba sabırla çocuğunun sorularına yanıt veriyorsa, bir anne ilgiyle çocuğunun hayaline eşlik ediyorsa, orada bir gelecek şekillenmeye başlar.

Aile içinde sevgiyle geçen zamanlar sadece basit birer hatıra değil, aynı zamanda karakterlerinin oluşmasına da neden olur.

Anne babanın çocuğuna gösterdiği koşulsuz sevgi ve ilgi, onun iç dünyasında derin izler bırakır.

Değerli hissetmek, sevilmek, dinlenmek... Bunlar çocuğun kendi kararlarını almasına, yolunu bulmasına, geleceği üzerinde daha fazla söz sahibi olmasına imkan sağlar.

Özgüven işte böyle doğar ve özgüven sadece meslek seçiminde değil, hayatın her anında başarı, mutluluk ve huzur için gereklidir.

Hayata dair ilk gözlemler, ilk hayranlıklar, ilk meraklar ailede başlar.

Evde tamir edilen bir musluk, birlikte dikilen bir çiçek, beraber seyredilen bir film ya da belgesel…

Hepsi birer kıvılcım olabilir.

Belki ileride mühendis, bir tasarımcı, belki bir botanikçi, belki de bir hukukçu olmaya böyle karar verir.

Ama sadece mesleklerini seçerek kim olacaklarını ve ne yapacaklarını değil, nasıl biri olacaklarını da ailede öğrenir çocuklar.

Merhameti, sabrı, adaleti, çalışkanlığı… Ve bu değerler, onlara hayatın her anında olduğu gibi meslek seçiminde de yol gösterir.

Çocuklarımız kulaklarıyla değil, gözleriyle öğreniyor.

Söylediklerimizi değil, yaşadıklarımızı örnek alıyorlar.

Eğer anne-baba kendi işine sevgiyle yaklaşıyorsa, çalışmayı ve çaba göstermeyi bir yük değil, değerli bir eylem olarak görüyorsa; çocuk için meslek sadece “ne yapacağım” değil, “nasıl yaşayacağım” sorusuna da yanıt olur.

Ama en önemlisi: Birlikte geçirilen her an, çocuğun zihninde “sen benim için çok değerlisin” mesajı olarak kalır.

İşte bu mesaj, onları parlak bir geleceğe ve anlamlı bir hayat yaşamalarına yardımcı olacak.

Bugün çocuklarımızla geçireceğimiz zaman, yarının doktorunu, öğretmenini, sanatçısını, mühendisini değil; kendinden emin, başkalarına da duyarlı, hayatlara yön verebilecek bir insanı inşa edecek.

Bu yüzden onları daha fazla kucaklamalı ve bu "kısa hikaye"ye bir gülümseme daha fazla sığdırmanın derdine düşmeliyiz.

Çünkü seçecekleri meslek, bizimle geçirecekleri böyle bir anın içinde başlayacak.

Ve çünkü çocuğumuzun geleceği, onunla geçirdiğimiz zamanların ve yaşattığımız duyguların içinde gizlenmiş olacak...

11 Nisan 2025 Cuma

Çocuklarımıza Değil, Hayallerine Anne-Baba Olmak


Çocuk, anne-babanın gözlerinde öğrenir kim olduğunu ve öyle de karar verir kim olacağına.
Bazen tek bir bakışla cesaretlenir, bazen de tek bir sözle vazgeçer herşeyden.

Bu yüzden en çok anlaşılmadıklarında değil, sevilmediklerinde yalnız hisseder çocuklar.
Ama sevgiyle büyüyen çocuk da dünyayı sevgiyle büyütür.

Çocuklarımız doğduğunda dünyaya boş bir sayfa olarak gelmezler.
Küçük genlerinde kodlanmış zevkleri ve hevesleri vardır.
Bu duyguları zamanı geldiğinde açığa çıkmak, serpilmek ister.
İşte anne baba olmak, bu duyguları ezberden okuyabilmek değil, bu duyguları "anlayabilmek"tir.

Çocuklarımızın "geleceğini" düşünürken, "bugünlerini" ihmal etmemeliyiz.
Çünkü çocuk yaş aldıkça sadece "uzamaz", aynı zamanda biraz biraz "uzaklaşır".
Bu yüzden mesafe çok açıldığında sesimizi duyurmak da, sevgimizi göstermek de zorlaşır.

Ama en büyük hatamız, kendi eksik kalmış hayallerimizi, çocuklarımızın omuzlarına yüklememizde.
Onları kendi yerimize doktor yaparak şifa bulacağımızı, hayallerimizdeki gibi mühendis yaparak iyi olacağımızı zannederiz.
Oysa ki çocuklar, bizim hayallerimizi tamamlanmak için değil, kendi hayatlarını yaşamak için geldiler dünyaya.

Çocuklarımızın meslek seçiminden önce ilgiye, sevgiye, güvene, anlamaya ve anlaşılmaya ihtiyacı olduğunu defalarca dile getirdim.
Sadece bizi memnun etmek için yaşarlarsa kaybolacaklar.
Bu yüzden onlara yolculuklarında rehberden çok bir yoldaş olmamızın daha sağlıklı olacağına hep inandım.

Bir çocuk dünyaya geldiğinde bir meslek seçmez.
Sevgiyi seçer, ilgiyi seçer, anlayışı seçer…
Ve sonra büyüdükçe o ilgiyle, o sevgiyle yeşerir; büyük bir ağaç olmaya aday olur.
Ama ağaç herşeyden önce ihtiyacı olduğu kök ister.
Güvende hissettiği, kendini ifade edebildiği bir toprak ister.
İşte o toprak anne-babalardır.

Maalesef çocuklarımız birçok yolculuklarında olduğu gibi, meslek seçerken de yalnız bırakılıyor.
“Elalem ne der?" saçmalığı burada da defalarca karşımıza çıkıyor.
Sanki çocuklarımızı onlar için büyütüyoruz, başkaları "aferin" desin diye yetiştiriyoruz.

Oysa çocuklarımız bize ait değil, bize emanettir.
Bizim devamımız değil, tasarımız değil, hayalimiz hiç değil!
Kendilerine ait bir yolda, sadece onlara anlayışla eşlik etmemizi bekleyen misafirler...

Çocukların hayallerini, bir sınavdaki nota, karnelerindeki birkaç rakamla gömüyoruz.
Çocuğun gözlerindeki ışığı, başkalarının başarı tanımlarına göz göre göre feda ediyoruz.
Sonucunda da ona bir meslek seçtirmiyoruz aslında; çocuğu kendisi olmasından vazgeçmeye zorluyoruz.

“Sen ne olursan ol, hangi mesleği seçersen seç, yeter ki işini severek yap.
Çünkü insan ancak sevdiği işi yaparken, hem kendini hem de dünyayı iyileştirebilir.”


Bir çocuk ancak bu sözü duyarsa büyür.
Kendi hayatını gerçekten yaşamaya o zaman başlar.

Ama kendi istediği mesleği seçtiği için değil.
Özgürce seçebildiği, hayallerinin peşinden gidebileceği için mutludur.
Hata da yapsa, sonu pişmanlık da olsa yine mutludur.

Çocuğumuzun sadece mesleğini değil, hayatını seçmesini desteklemeliyiz.

Bir çocuğun hayatına yapılan en büyük yatırım, ona duyulan güvendir...

19 Şubat 2025 Çarşamba

Kaybolan Hayatlar


Neden bazı insanlar işini severek yaparken, bazıları baştan savma çalışır?

Çünkü sevmediğin bir işi yapmak, her sabah yanlış hayata uyanmak, her gün yanlış hayatı yaşamaktır.

Yanlış mesleği seçmek, insanı içten içe çürütür, farkına vardığınızda ise iş işten geçmiş olur.
Günler yıllara, yıllar ise pişmanlığa dönüşür.
Bir gün geriye dönüp baktığında, “Ben gerçekten yaşadım mı?” diye sorarsın kendine.

Yanlış meslekte çalışmak özgürlüğü kaybetmek demektir.
Her ay hesabına yatan maaş, aslında özgürlüğünün bedelidir
Adına maaş denir ama bedeli bir hayattır.

Çoğu insan bunu bilerek ya da farkında olmadan yaşar.
Kazandıklarını zannederken aslında kaybettiklerinin farkında bile olmazlar.
Oysa hayat, sayılı nefeslerden ibaret.
Her nefes, yanlış bir hayata harcandığında iki kat fazla ve hızlı eksiltir.

Doğru mesleği seçmek, doğru işte çalışmak seni yormaz, sana zor gelmez, seni gerçekten yaşatır!
Sahip olduğun tek hayatı, sevmediğin bir işte harcamak kadar pahalı bir hata inan yok!
Mutsuzluk her daim kendini gösterir.
Bazen uykusuz gecelerde, bazen tükenmiş bedende, bazen de hiç yaşanmayacak başka hayatları hayal ederken.

Hayallerine ve beklentilerine ihanet eden bir meslek, seni her gün yavaş yavaş tüketecek.
Meslek seçimi, hayatın senaryosudur. Yanlış yazarsanız, filmin başrolünü kaybedecek ve basit bir figüran olacaksınız.

Her zaman farklı bir yol için imkan olmaz.
İmkan olsa paran olmaz, o da olsa zamanın olmaz.
Geriye dönüş yolu da yok.
Öyle bir noktaya gelirsin ki, geriye bakıp “Keşke” dersin, ama “Keşke” de hiçbir çare olmaz.

Hayat yolculuğunuzda direksiyonun başına oturduğunuz an, mesleğinizi ve yapacağınız işi seçtiğiniz andır.
Rota doğru değilse eğer, varacağınız tek yer pişmanlık olacak.

Doğru mesleği seçmezseniz, her sabah bir başkasının hiç istemeyeceğiniz hayatını yaşamaya mecbur kalacaksınız.
Kendi yolunuzu seçmezseniz, başkalarının sizin için seçtikleri yollarda kaybolacaksınız.

İnsanın gerçek mahkumiyeti demir parmaklıklar değil, sevmediği bir işe tutsak olmasıdır.

7 Ocak 2025 Salı

Çocukları Anlayabilmek


Çocuklar toprağın en derinlerinde keşfedilmeyi bekleyen birer hazine gibidir.
Onların ilgi alanlarını, yeteneklerini, hayallerini keşfetmek, onları anlamak ve dinlemekle olur.
Çocuklarımızın hayatta kendi doğru yollarını bulabilmeleri için ihtiyaç duydukları en büyük desteği anne-babalar verebilir.
Onları anlamak için göstereceğimiz en küçük çaba bile, hayallerini gerçeğe dönüştürmelerine katkı sağlar.

Yetişkinler olarak yaş aldıkça çocukların ruhundaki basit ama derin anlamları unuturuz.
Çocukların kendi içlerindeki hikayeleri, sevinçleri, hüzünler, korkuları anlamak için vakit ayıramaz oluruz.
Onları anlamak, her şeyden önce onların fiziksel olduğu kadar duygusal ihtiyaçlarına da duyarlı olmakla başlar.
Sevgi, güven, kabul görme, değerli hissetme ve manevi desteğe her zaman her yaşta ihtiyaç duyarlar.
Çocuklar sadece sözcüklerle ifade edilmesi çok güç bir dünyaya sahipler.
Onların dünyasına girdiğinizde aslında ne kadar farklı bir dil ile konuştuklarını görürsünüz.

Bu nedenle en az söyledikleri kadar söylemedikleri ya da söyleyemedikleri de değerlidir.
Bazen duygularıyla, bazen bakışlarıyla bazen de sessizlikleriyle iletişim kurarlar.
Onların bu sessiz mesajlarını anlamak açıkçası her anne-babanın harcı değil.
Keşfetmek için hayatlarına "seyirci" kalmadan onları uzaktan takip etmek gerekiyor.

Bir çocuğun yapabilecekleri, denemeye cesaret ettikçe ve denedikçe gelişir.
Farklı şeyleri deneyebilmeleri için anne-baba olarak onlara yeni kapılar açmamız gerekir.
Hangi tohumun dev bir ağaca dönüşeceğini asla bilemeyiz.
Bu nedenle mümkün olduğu kadar fazla tohum ekmeli, sulamalı ve bakımlarını ihmal etmemeliyiz.

Çocuk bir hayalini ya da ilgisini paylaştığında asla eleştirmeden ya da yargılamadan dikkatle dinlemeliyiz.
Bize göre çok doğru ve mantıklı gelmese bile ilk esnada destekleyici bir tavır takınmamız çok önemli.
Bu şekilde onun daha fazla konuşmasını ve açılmasını teşvik etmiş olacağız.
Ağzını açar açmaz eleştirilmediğini ve yargılanmadığını hisseden bir çocuk kendisini çok daha rahat hissedecek.

Çocuklar, kendilerine olan güvenlerini artırmak için ilgi alanlarının desteklenmelerine ihtiyaç duyarlar.
Desteklemek ise illa paralar dökmek, kurslara yazdırmak, özel dersler aldırmak değildir.
Destek, bazen sadece küçük bir "Aferin!", bazen de "Seninle gurur duyuyorum" diyerek de basit ve kolay şekilde gösterilebilir.
Burada önemli olan, çocuğun yüksek beklentilere kapılmaması, ayağının yere basması ve gerçekçi hedefler belirlemesidir.

Çocukları anlamak demek, aynı zamanda onlardan çok şey öğrenmek demektir.
Onlarla beraber olduğumuz bu sınırlı zamandaki yolculuğun her anı çok değerlidir.
Ancak insanoğlu her şeyde olduğu gibi bunun değerini de hep geç anlar.
Büyüdükçe kaybettiğimiz saf, doğal ve güzel olan her şeyi onları anlamaya çalışırken tekrar bulacağız.

Öne Çıkan Yayınlar

Hibrit Zeka Çağı

Bugün ilkokul 1. sınıfa başlayacak bir çocuk 15 yıl sonra çalışmaya hazır olduğunda bambaşka bir iş dünyası onu bekliyor olacak. Şu an var o...