kariyer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kariyer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Haziran 2025 Pazar

Mesleği Değil, Kendimizi Seçmek


Hayat yolculuğumda 40. yılımı tamamlamak üzereyim.
10 yaşında küçük bir çocukken hep doktor olmak isterdim.
20 ye geldiğimde iyi bir mühendis olmak için çabalıyordum.
30 uma geldiğimde "keşke Hukuk tercih etseydim" diye az düşünmedim.
Şu an ise, her ne kadar yaptığım işten keyif alsam da 50 yaşımda başka bir yerde olmak istediğime eminim.

Yalnız olmadığımı çok iyi bildiğim bu konu hakkında önemli ve meşhur bir bilimsel çalışma mevcut.
Meslek ve kariyer danışmanlığının temel taşlarından biri olan Donald Super’in Kariyer Gelişim Teorisi.

20. yüzyılın en etkili kariyer psikologlarından biri olan Super, 1940 lı yıllardan itibaren farklı yaş gruplarından bireylerle çalışmalar yaptı.
Bireylerin kariyer gelişimi ve meslek seçimi üzerine araştırmalarla veriler toplayarak analizler gerçekleştirdi.
Yıllarca süren araştırmalarında insanların meslek seçimlerini, iş doyumlarını, sahip oldukları değerlerini, ilgi alanlarını, rolleri ve kimliklerini değerlendirdi.
Görüştüğü kişilere “Sen kimsin?”, “Hayattaki amacın nedir?”, “Nasıl biri olmak istiyorsun?” gibi sorular sordu.
Sonunda aldığı cevapların insanların mesleki tercihleri ile bağlantılı olduğunu gördü.
Yani herkes kendini nasıl görüyor ve tanımlıyorsa meslek seçimini de ona göre yapıyordu.

Super, meslek seçiminin bir defalık bir olay olmadığını ve hayat boyu yenilenen bir süreç olduğunu yıllarca süren çalışmalarından sonra ortaya koydu.
1957'de “The Psychology of Careers” adlı kitabıyla Kariyer Gelişim Teorisini dünyaya duyurarak önemli bir misyonu da yerine getirmiş oldu.

İnsanlar tek bir meslekle değil, hayatın farklı dönemlerinde farklı mesleki rollerle tanımlanıyor.
Kariyer kararları da genellikle yaşam evresine ve toplumsal rollere bağlı olarak değişiyor.
Bir meslek seçimi ne kadar benlik ile örtüşüyorsa, kişi de mesleğinde ve yaptığı işte o kadar doyum ve başarı hissediyor.
İlgi alanları da zamanla değişebiliyor ve bu şekilde kariyer yolları yeniden çiziliyor.

Çoğu anne babaya göre meslek seçimi, bir defa verilecek büyük bir kararmış gibi görülüyor.
Gerçekte ise hayat devam ettikçe şekillenecek ve farklı yönlere evrilecek uzun bir yolculuk.
Kariyerlerimiz de aynı hayatlarımız gibi düz bir çizgiden ibaret değil.
Yaş aldıkça değişiyoruz, ilgi alanlarımız farklılaşıyor, değerlerimiz netleşiyor ve önceliklerimiz zamanla dönüşüyor.
Bu değişimler de doğal olarak hepimizin meslek ve kariyer tercihlerine yansıyor.

Super’in teorisinin en önemli katkılarından biri de kariyerimizin gelişimimizle iç içe olması.
Seçtiğimiz mesleklerle ve yaptığımız işlerle sadece para kazanmıyoruz.
Aynı zamanda kendimizi de tanıyor, geliştiriyor ve yeniden şekillendiriyoruz.
Sadece bir işte çalışmıyor, belirli bir yaşam tarzını ve bir kimliği de benimsemiş oluyoruz.

Hayat yolculuğumuzda her dönem farklı roller üstlenmeye devam edeceğiz.
Bir gün öğrenci, bir gün çalışan, bir gün anne baba ve sonra başka bir gün tekrar bir öğrenci olacağız.
Sahip olacağımız her kimlikle beraber farklı bir yönümüzü daha tanıyacağız.
Kendimizi tanıdıkça da yaptığımız işleri yeniden düşünmeye ve şekillendirmeye başlayacağız.

Bir mesleği sadece iyi kazandırıyor diye seçmek, uzun vadede tatmin getirmez.
İnsan, yaptığı iş için “Bu iş tam bana göre!" diyemiyor ve bunu hissedemiyorsa o işte tutunamaz.
Bu yüzden meslek seçiminde sadece yetenek testi yapmak karar vermede yetersiz kalıyor.
Kişinin kendini tanımasına yönelik yoğun bir çalışma ve iletişim de gerekiyor.

Çocuklarımızı meslek seçiminde “bir kerede ve tek karar ver” baskısı altına sokmamalıyız.
Hayatın uzun bir yolculuk olduğunu ve her durakta yeniden kendilerini keşfetme imkanları olacağını hatırlatmalıyız.
Sadece bugüne göre değil, gelecekte kim olmak istediklerini de düşünmelerine ve buna göre karar vermelerine yardımcı olmalıyız.
Hangi alanda ilgili ve yetenekli olduklarındansa, neyi yaparken kendilerini anlamlı hissettiklerini keşfetmeliler.

11 Haziran 2025 Çarşamba

"Keşke"siz Bir Hayat Mümkün mü?

Geçtiğimiz günlerde okuduğum bir haber beni çok derinden etkiledi.
Ölümün döşeğindeki hastaların son sözleri, son itirafları hakkındaydı.
Haberi sadece kişisel olarak değil, mesleki olarak da ele almak ve zihnimde kurcalamak istedim.
Çünkü hayatlarının sonuna yaklaşan insanların söyledikleri, hayatta kalmaya çalışan bizler için çok güçlü mesajlar içeriyor.

"Keşke daha cesur olsaydım..."
"Keşke sevdiğim işi yapsaydım..."
“Keşke sadece mutlu olmak için yaşasaydım...”
"Keşke kendim olsaydım..."


Bu itiraflar bende olduğu gibi size de tanıdık geliyorsa, sizler de yalnız değilsiniz demek.
Çünkü çok fazla insan, yaşamının sonunda aslında başkaları için yaşadığını, kendi değerlerini ve hayallerini geri plana ittiğini fark ederek bu cümleleri söylüyor.

Ölümün eşiğindeki hastalardan gelen itiraflar ve dile getirdikleri pişmanlıklar birbirine çok benziyor.
Yaşamak isteyip de yaşayamadıkları hayatı çok net bir şekilde ifade ediyorlar.
Bu pişmanlıkların çoğu ise seçtikleri ya da onlara dayatılan mesleklerle ve kariyerleriyle doğrudan ilgili.
Çünkü tercih ettikleri yollar, meslekler ve yaptıkları işler hayatlarının en önemli anlarını kaplıyor.


Gençlerimiz meslek seçerken “Ne iş bulabilirim?” ya da "Ne kadar kazanabilirim?" sorularına cevap arıyor.
Ama aslında asıl sormaları ve cevap aramaları gereken sorular başka:
“Ben kimim? Bana ne iyi gelecek? Nasıl bir hayatı yaşamak istiyorum?”

Günümüzün en çarpıcı yanlışlarından biri, çoğumuzun hayatlarını mahvetmeye devam ediyor.
Çocukluktan itibaren bize ne olmamız ve nasıl davranmamız gerektiği ve neyin doğru neyin yanlış olduğu dayatılıyor.
Toplum içinde başarılı ve saygın insan tanımlamaları yapılıyor ve kalıplar oluşturuluyor.
Bu kalıplar yüzünden kendi doğrularımızı bulmakta zorlanıyoruz.
Ne yazık ki kendi karakterimizi ortaya koyamıyor, sadece bize verilen rolü oynamakla geçiriyoruz tüm oyunu.

Birçok insan kariyer yolunu geçim kaygısı, statü, başkalarını memnun etme arzusu gibi sebeplerle çiziyor.
Hayallerini ve istediklerini gözardı edip günün şartlarına göre meslek seçiyor.
Sevdiğimiz işi yapmak çoğu zaman lüks veya gereksiz olarak görülüyor.

Çoğumuz ise mutluluğu bir hedef olarak değil, her şey yolunda giderse hak edilen bir ödül olarak görüyoruz.
Ancak şu çok net bir gerçek ki, başarı odaklı yaşayanlar mutluluğu ikinci hatta üçüncü sıraya atıyor.
Gerçek başarının insanın kendi özüyle uyum içinde yaşaması olduğunu görmek istemiyor.


Çalışmalarımda ve seminerlerimde en çok duyduğum sorulardan biri hep bu olur:
“Doğru meslek seçimi gerçekten bu kadar emeğe ve dil dökmeye değecek kadar önemli mi?”
Bense her defasında aynı cevabı veririm:
“İnsan yaptığı işle ya yaşar ya da azalarak biter.”

Doğru meslek seçimi bir kariyer kararı değil.
Yaşamak istediğimiz hayata ne kadar yakın duracağımızın yeri.
Bizi bıkmadan usanmadan yaşayacağımız hayata bağlayacak en önemli neden.
İlgi ve yeteneklerimizle, değerlerimizle ve hatta hayallerimizle bir bütün olma isteği ve çabası.

Doğru meslek seçimi sadece iyi hayat şartları, dolgun bir maaş ya da statü değil.
Kendini gerçekleştirmiş insanların yüzerine baktığınızda hep o aynı ifadeyi görürsünüz.
Bir huzur, bir güven, bir duruluk, bir “Benim dünyada olma amacım budur!” hissi.

Genç yaşta yapılan meslek seçimi, gelecekteki “keşke”lerin sayısını azaltabilir.
Tabiki de hayat düz bir çizgi değil, inişlerle ve çıkışlarla dolu.
Değişebiliyoruz, yollardan sapabiliyoruz, bazen de kaybolabiliyoruz.
Ama en başından kendimize yakın bulduğumuz bir yolda yürümeye başlarsak, yoldan çıksak bile tekrar geri dönmesi kolay olacak.

Meslek seçimi süreci gençler için bir yön arayışı.
Yetişkinler için ise bir yüzleşme.
Ama günün sonunda hepimiz aynı şeyi arıyor olacağız.
Bu yüzden gençlere ve ailelerine hep aynı şeyi tavsiye ediyoruz.
Bir iş değil, bir anlam; bir maaş değil, bir amaç; bir meslek değil, bir hayat seç...

1 Haziran 2025 Pazar

Zeka Neden Başarı Getirmiyor?


"Eğitimin temel amacı, çocukları kendi yeteneklerinin bilincine vardırmaktır." 
E. Fromm


Psikoloji tarihinin en uzun soluklu araştırmalarından biri Lewis Terman tarafından gerçekleştirildi.
1921 yılında California’daki okullarda IQ’su 140 ve üzeri olan 1.528 çocuk seçildi.
Bu çocuklar sadece zeki değil, aynı zamanda iyi eğitimli ve sosyoekonomik olarak avantajlı ailelerin çocuklarıydı.
Yıllarca sürecek bu araştırmada Terman'ın amacı, zekanın başarıya etkisini anlamaktı.
Seçilen çocukların hayatları boyunca eğitimleri, iş hayatları, sağlık durumları ve hatta evlilikleri takip edildi.

Terman, IQ testlerini Amerika’ya uyarlayan kişi.
Bugün kullanılan Stanford–Binet Zeka Testi onun eseri.
Zekaya takıntılı biriydi ve üstün yeteneklilere karşı derin bir sempati duyuyordu.
Zekanın her şeyi belirlediğine inanıyordu.
Ona göre bu çok zeki ve parlak çocuklar ileride bilim insanı, sanatçı, lider olarak Amerika'nın gücü ve geleceğin Einstein’ları, Edison’ları olacaklardı.

Ancak sonuçlar onu çok şaşırttı.
Çocukların çoğu iyi eğitimler aldı, sıradan işlerde çalıştılar ve ortalamanın üzerinde bir hayat sürdüler.
Ancak bunlara rağmen hiçbirisi olağanüstü bir başarıya ulaşmadı.
Nobel alan, büyük bir icat yapan ya da toplumda iz bırakan biri çıkmadı.
Hatta ilginçtir ki Terman'ın yeterince zeki olmadıkları sebebiyle araştırmanın dışında bıraktığı iki çocuk, ileride Nobel Fizik Ödülü kazandı.


Terman'ın beklentisi kadar olmasa da çocukların arasından başarı ve mutluluğu yakalayabilenler de oldu.
Kendilerine en uygun mesleği seçenlerin çalışmaktan haz duydukları ve daha mutlu yaşadıkları görüldü.
Doğru mesleği seçebilenler, hayatın akışı içinde rastgele bir mesleğe sürüklenenlere göre daha haz dolu ve tatminkar bir hayat yaşadılar.
Potansiyelinin altında ya da yapabileceğinden fazlası olan mesleklere yönelenler ise sağlık sorunları ile boğuşarak mutsuz ve kısa hayatlar sürdüler.

Başarıya ulaşanların tamamı, anlam duygusunu buldukları ve önemli saydıkları işlerde çalışanlar arasından çıktı.
Doğru mesleği tercih edenler, hayatın kolayına kaçan, stresten uzak kolay ve basit meslekleri tercih edenlere göre daha verimli ve başarılı oldular, daha sağlıklı ve uzun yaşadılar.
En anlamlı sonuçlardan biri de, başarılı olanların ortak özelliğinin çocuklukta özgüvenli yetişen, azimli ve hedefe yönelik çalışan kişiler olmasıydı.


Araştırmanın sonuçları genel olarak yüksek zekanın başarı için tek başına yeterli olmadığı gerçeğini gözler önüne seriyor.
Herhangi bir meslekte ya da işte başarılı olmak için sadece yüksek IQ yetmiyor.
Zekâ bir potansiyel.
Ancak potansiyelin gerçek bir başarıya dönüşmesi için çaba, tutku ve devamlılık da gerekiyor.

Zeka ile kısa mesafeleri hızla koşabiliriz.
Ama hayat çok uzun bir mesafe koşusu.
Yılmadan devam etmek, düşmekten korkmamak ve düştüğümüzde kalkacak gücü bulmak çok daha uzun mesafelere gidebilmemizi sağlayacak.


Meslek danışmanlığı görüşmelerimizde anne-babalardan sıkça duyuyoruz.
Çocuklarının çok zeki olduğunu ve hangi alana yönelse başaracağını söylüyorlar.
Sanki çocuğun böyle bir başarılı olma zorunluluğu varmış gibi herşey zeka etrafında şekilleniyor, tüm plan programlar ve hedefler ona göre belirleniyor.

Ama bundan daha önemli sorulara odaklanmamız gerekli:
Bir çocuk, neye gönülden bağlanıyor? Hangi alanda yorulmaya razı?
Zekasını kullanıyor ve yeteneklerinin peşine düşüyor mu, yoksa çabucak vaz mı geçiyor?
Engeller ve zorluklarla karşılaştığında devam edebilecek gücü var mı?

Çocuklarımızın zekalarını övmek anlamsız.
Onların yorulmadan emek vermelerini, çaba göstermelerini, hayal kırıklığı ile baş edebilmelerini, hayallerinin ve tutkularının izinden gidebilmelerini desteklemeliyiz.
Çünkü ancak bunları yapabildikleri zaman başarılı ve anlamlı bir hayatları olacak.

Ne para, ne şan şöhret, ne kariyer ne de unvanlar.
Sadece işe yarama duygusu ve kendisine ihtiyaç duyulması insanın hayatına anlam katıyor.
Bu duyguların tadı alınmadığında herşey boş geliyor.
Kolay ve rahat bir yaşam ise acizlik ve değersizlik hissine neden oluyor.

27 Mayıs 2025 Salı

Başarı Yetenek ile mi Gelir, Tutku ile mi?

"Azim, hayatı bir sprint koşusu gibi değil, bir maraton gibi yaşamaktır." A. Duckworth


Hepimizin çevresinde doğuştan zeki ve yetenekli olduğu halde önemli başarılar kazanamamış birçok insan vardır.
Yine benzer şekilde, sıradan ortalama zekaya sahip olduğu halde çok çalışarak hedeflerine ulaşmış çok insan da vardır.
Çevremizde çok sık tanık olduğumuz bu duruma bakınca net bir şekilde anlayabiliyoruz.
En zeki olanlarımız değil, en çok direnenlerimiz, en çok çabalayanlarımız ve vazgeçmeyenlerimiz hedeflerine ulaşıyor.
Bu gözlemin bilimsel bir adı bile var: Grit Teorisi.

Son yıllarda adını sıkça duyduğumuz Angela Duckworth, "Grit Teorisi" ile Psikoloji alanında önemli bir ün kazandı.
Harvard ve Oxford Üniversitelerinde dereceleri olan Duckworth, kariyerine bir Matematik öğretmeni olarak başladı.
Öğretmenlik yıllarında hem kendi hem de birçok insanın hayatını değiştirecek önemli bir şeyi fark etti.
Öğrencilerinin başarısını belirleyen şeyin yalnızca zeka olmadığını gözlemledi.
Bu gözlem onu, “Gerçek başarıyı belirleyen şey nedir?” sorusunun cevabının peşine düşürdü.
Nörobilim ve Psikoloji alanlarında aldığı eğitimlerle birlikte yoğun bir çalışma ve düşünme dönemi geçirdi.
Yıllar süren araştırmalarının sonucunda ulaştığı sonucu "Grit Teorisi" ile dünyaya duyurdu:

“Başarılı insanlar, en yetenekli ya da en zeki olanlar değil, en sebatkar (kararlı) ve yılmadan çalışanlardır.”

Teorisine göre başarı, yalnızca zeka ya da yetenekle değil, uzun vadeli hedeflere gösterilen azim ve tutku ile ilgili.
Bir hedefe tutkuyla bağlanmak ve zorluklar karşısında vazgeçmeden sabırla ilerlemeye devam etmek başarıyı kaçınılmaz kılıyor.
Grit Teorisi, bugün dünyanın birçok yerinde eğitimden kariyer planlamasına kadar pek çok alanda referans alınıyor.
Grit, en basit haliyle tutku ve sebatın bir arada olduğu bir kavram.
Bir hedefe içten gelen istekle bağlanmayı ve zorluklar karşısında yılmadan devam etmeyi gerektiriyor.

Duckworth başarıya ulaşmak için sadece zeki olmanın tek başına yetersiz olduğunu; sabır, istikrar, azim ve kararlılığın çok daha belirleyici olduğunu anlatıyor.
Çalışmalarında öğrencilerin IQ’larını, fiziksel dayanıklılıklarını ve not ortalamalarını ölçüyor.
Okulu başarı ile tamamlayabilenlerin en iyi Grit puanına sahip olanlar arasından çıktığını gözlemliyor.
Yani zeka ve fiziksel yeterlilik yerine yılmadan çalışma arzusuna sahip olanlar başarılı oluyor.
Bu durumun eğitimde, sporda, sanatta ve iş hayatında da benzer şekilde sonuçlar getirdiğine şahit oluyor.

Meslek seçerken sadece “Neyi iyi yaparım?” sorusuna değil, “Ne için mücadele etmeye hazırım?” sorusunu da cevap ararız.
Bir meslekte başarılı ve mutlu olmak için o işe bağlılık ve süreklilik gerekir.
Bu yüzden doğru meslek seçimi Grit ile doğrudan ilişkilidir.
Resme yeteneği olan biri, eğer bu alanda sebat gösteremezse, usanmadan denemeye devam etmezse başarılı olamaz.
Ama ortalama bir yeteneğe sahip biri tutkuyla ve yılmadan resim yapmaya devam ederse, sonunda mutlaka bir başarı kazanabilir.
Bu nedenle ilgi ve yeteneklerin yanında bir öğrencinin istediği alanda uzun vadeli çaba göstermeye istekli olup olmadığını sorgular ve meslek seçiminde değerlendiririz.

Grit sahibi olanlarımız kolay kolay vazgeçmiyor.
Kısa süreli zorlukları aşmak için güçlü nedenler icat edip onlara sarılıyorlar.
Başarılarını geçicilik üzerine değil süreklilik üzerine inşa ediyorlar.
Hayal kırıklıklarını bile kendileri için bir gelişim fırsatına dönüştürebiliyorlar.
Bu sonuçlara bakıldığında Grit yalnızca akademik başarı için değil, hayat başarısı için de çok önemli.

Meslek seçimi çocuklarımız için bir yol ayrımı değil, bitmek bilmeyen çok uzun bir yolculuk olacak.
Bu yolculukta başarı, sadece yeteneklerle değil, tutkulu bağlılıkla ve istikrarlı çabayla gelecek.
Hayatta bizim için gerçekten önemli olan işler, vazgeçemediğimiz işler olacak.
Çaba göstermeden yeteneğimiz, gerçekleşmemiş potansiyelimizden başka bir şey değil.
Başarı için çocuklarımızın en güçlü değil, en kararlı olan taraflarını beslemeliyiz.

14 Mayıs 2025 Çarşamba

Yeni Nesilleri Geleceğe Hazırlamak

Bilimsel olarak dünyanın dönme hızı yavaşlıyor, öyle ki 200 milyon yıl içinde 1 gün 25 saat olacak.
Ancak Dünya yavaşlarken içinde olan bitenler daha hızlı değişiyor ve dönüşüyor.

Gelecekte insanların çalışacakları işler ve üstlenecekleri roller "güncelleniyor".
Çocuklarımızın hangi mesleklerde çalışacaklarını bilemiyoruz.
O halde onlara evde ve okulda neleri öğreteceğimiz hakkında da bir fikrimiz yok.
Hangi bilgi ve beceri onların işine yarayacak net bir şekilde kestiremiyoruz.
Öyleyse onlara neleri öğretmemiz gerektiğinin,
okullarda ve ailede hangi bilgi ve becerileri yükleyeceğimizin kararını kimin vermesi gerekiyor?

Bilgiye erişim tarihte hiç olmadığı kadar kolaylaştı.
Ancak onu yorumlama ve kullanma becerisi de hiç olmadığı kadar önemli hale geldi.
Geleceği tahmin etmek ve öngörmek her geçen zamanda daha da zorlaşıyor.
Bu nedenle çocuklarımızı sabit kalıplara değil, değişime hazırlamalıyız.
Bildiklerimize göre değil, öğreneceklerimize göre yol çizmeliyiz.

Eğitimin rolü yıllardır ezber bilgiden deneyime doğru kayıyor.
Bunu gören çağdaş eğitimciler, öğrenme ortamlarını deneyim odaklı hale getirmeye çabalıyor.
Sağda solda sınav odaklı eğitim yerine merak odaklı eğitimin önemini anlatıp duruyorlar.
“Neyi bilmekten çok, neyi öğrenmeye açık olduğumuz”un daha önemli ve değerli olduğunu vurguluyorlar.
Evde ailelere düşen görevleri özgüven, sorumluluk alma, merak ve araştırma alışkanlıkları kazandırmak olarak sıralıyorlar.

Çocuklara "ne düşüneceklerini" değil, "nasıl düşüneceklerini" öğretmek zorundayız.
Gelecek nesillerimiz için en iyi yatırım, onlara zaten anında ulaşabilecekleri bilgileri yüklemek değil.
Her koşulda nasıl ve ne şekilde yön bulabileceklerini öğretmemiz gerekiyor.
Hangi bilgi veya becerinin işlerine yarayacağının kararını nihayetinde onlar verecek, biz değil.
İyi bir insan olmak, düşünen sorgulayan birey olmak, değişime açık olmak ve yaşam boyu öğrenmenin kutsal olduğuna inanmak gibi değerleri yüklemeliyiz.

Geleceğin dünyasında sadece bilen değil, bilgiyi yorumlayabilen, üretilebilen ve etik biçimde kullanabilen bireyler ayakta kalacak.
Sorgulayan, neden-sonuç ilişkisi kurabilen, farklılıkları hoşgörebilen, kendini ve başkalarını anlayabilme eğilimi olan çocuklar yetiştirmeliyiz.
Birçok meslek kaybolacak, yerlerinde şu anda hayal bile edemediğimiz meslekler olacak.
Ancak hangi meslek gelirse gelsin, insani ve evrensel beceriler hep gerekli kalacak.

Toplum olarak başarıyı sadece puanlarla ve notlarla değil, iyi insan olma değerleriyle de ölçmeliyiz.
Geleceğimiz, bugünden sorumluluk alanların ellerinde şekilleniyor.
Ve bu sorumluluk yalnızca öğretmenlerin, anne-babaların ya da yöneticilerin değil, hepimizin sorumluluğu.
Artık her akşam yatmadan önce kendimize soracağımız soru bu olacak:
"Bugün çocuğuma nasıl bir değer öğrettim? Onun vicdanını, merhametini, adalet duygusunu nasıl besledim?"

19 Şubat 2025 Çarşamba

Kaybolan Hayatlar


Neden bazı insanlar işini severek yaparken, bazıları baştan savma çalışır?

Çünkü sevmediğin bir işi yapmak, her sabah yanlış hayata uyanmak, her gün yanlış hayatı yaşamaktır.

Yanlış mesleği seçmek, insanı içten içe çürütür, farkına vardığınızda ise iş işten geçmiş olur.
Günler yıllara, yıllar ise pişmanlığa dönüşür.
Bir gün geriye dönüp baktığında, “Ben gerçekten yaşadım mı?” diye sorarsın kendine.

Yanlış meslekte çalışmak özgürlüğü kaybetmek demektir.
Her ay hesabına yatan maaş, aslında özgürlüğünün bedelidir
Adına maaş denir ama bedeli bir hayattır.

Çoğu insan bunu bilerek ya da farkında olmadan yaşar.
Kazandıklarını zannederken aslında kaybettiklerinin farkında bile olmazlar.
Oysa hayat, sayılı nefeslerden ibaret.
Her nefes, yanlış bir hayata harcandığında iki kat fazla ve hızlı eksiltir.

Doğru mesleği seçmek, doğru işte çalışmak seni yormaz, sana zor gelmez, seni gerçekten yaşatır!
Sahip olduğun tek hayatı, sevmediğin bir işte harcamak kadar pahalı bir hata inan yok!
Mutsuzluk her daim kendini gösterir.
Bazen uykusuz gecelerde, bazen tükenmiş bedende, bazen de hiç yaşanmayacak başka hayatları hayal ederken.

Hayallerine ve beklentilerine ihanet eden bir meslek, seni her gün yavaş yavaş tüketecek.
Meslek seçimi, hayatın senaryosudur. Yanlış yazarsanız, filmin başrolünü kaybedecek ve basit bir figüran olacaksınız.

Her zaman farklı bir yol için imkan olmaz.
İmkan olsa paran olmaz, o da olsa zamanın olmaz.
Geriye dönüş yolu da yok.
Öyle bir noktaya gelirsin ki, geriye bakıp “Keşke” dersin, ama “Keşke” de hiçbir çare olmaz.

Hayat yolculuğunuzda direksiyonun başına oturduğunuz an, mesleğinizi ve yapacağınız işi seçtiğiniz andır.
Rota doğru değilse eğer, varacağınız tek yer pişmanlık olacak.

Doğru mesleği seçmezseniz, her sabah bir başkasının hiç istemeyeceğiniz hayatını yaşamaya mecbur kalacaksınız.
Kendi yolunuzu seçmezseniz, başkalarının sizin için seçtikleri yollarda kaybolacaksınız.

İnsanın gerçek mahkumiyeti demir parmaklıklar değil, sevmediği bir işe tutsak olmasıdır.

Öne Çıkan Yayınlar

Hibrit Zeka Çağı

Bugün ilkokul 1. sınıfa başlayacak bir çocuk 15 yıl sonra çalışmaya hazır olduğunda bambaşka bir iş dünyası onu bekliyor olacak. Şu an var o...