başarı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
başarı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ağustos 2025 Pazartesi

Ödül ve Ceza Neye Çare?

Öğrencilik hayatımda çok çalışkan bir öğrenci olmasam da her zaman araştırmaya, kurcalamaya ve öğrenmeye yatkın oldum.
İnişli çıkışlı eğitim-öğretim hayatımda her zaman yüksek notlar almasam da girdiğim bütün sınavları kazanarak gerçek diplomalar hak ettim.
Küçükken, akranlarım ailelerine bol "pekiyi"li karnelerini götürdüklerinde güzel hediyeler ve ödüller alırdı.
Bense "Bu zaten senin görevin, yapman gerek." cevabını alırdım ve zamanla ödül beklentisine girmemeyi öğrendim.

Bu durumun bana o zaman için nasıl faydalarının olacağını asla bilemezdim.
Ama yıllar sonra Deci ve Ryan’ın araştırmalarıyla karşılaştığımda kendi hayatımın da aslında bilimsel bir karşılığı olduğunu gördüm.
Bugün geçmişe dönüp baktığımda aslında epistemik merakımı ve bitmek bilmeyen, bir türlü tatmin edemediğim öğrenme arzumu buna borçlu olduğumu anlayabiliyorum.

Edward Deci ve Richard Ryan tarafından geliştirilen "Öz Belirleme Kuramı" bu düşüncemin doğruluğunu kanıtlıyor.
Başarıya giden yolda bizi en çok motive eden şey notlar, ödüller ya da başkalarının övgüleri değil.
Asıl gücümüz, kendi merakımızdan, kendi seçimlerimizden ve kendi yeterliliğimizi hissetmemizden gelir.
Yani gerçekten sevdiğimiz, seçtiğimiz ve içinde gelişebildiğimiz şeylerde çok daha mutlu ve başarılı oluruz.

Kuramın isim babalarından Edward Deci 1970'lerde soma küpleri deneyi gerçekleştirdi.
Bu küpler çözmeleri için üniversite öğrencilerine verildi.
Bir gruba bulmaca çözdüklerinde ödül olarak para verilirken, diğer gruba herhangi bir ödül vadedilmedi.
Ödül verilen öğrenciler bulmacayı sadece ödül varken çözdüler ve ödül ortadan kalktıkça ilgileri de hızla azaldı.
Diğer yandan ödül verilmeyen grup ise kendi içsel meraklarıyla oyuna ve bulmacayı çözmeye devam etti.

Bu deney o dönem için oldukça sıradışı olarak “Ödüller motivasyonu öldürebilir.” düşüncesini ortaya koydu.
Bu sonuç, o zamana kadar yaygın olan ve kabul gören “davranışçılık” yaklaşımına tamamen tersti.
Çünkü davranışçılar ödülün motivasyonu her zaman artıracağını düşünüyordu.
Ama insanın içinde zaten var olan öğrenme ateşi, dışarıdan verilen bir ödül yüzünden sönüp gidebiliyordu.

Kuramın diğer destekçisi Richard Ryan’ın klinik ve eğitim çalışmaları da benzer sonuçlar sundu.
Öğrencilerin öğrenme süreçlerinde, hastaların tedavi süreçlerinde ve bireylerin iş hayatında not, para, ceza gibi baskılar ile merak, ilgi, anlam duygusu gibi iç motivasyonlar arasındaki farkları gözlemledi.
Dış baskı ve ödüller kısa vadede işe yarıyor gibi görünse de uzun vadede motivasyonu ve tatmini benzer şekilde düşürüyordu.

İnsanı yönlendirmenin en etkili yolunun “ödül ve ceza” olduğu düşüncesi bu çalışmalardan sonra büyük bir darbe aldı.
Deci ve Ryan'ın deneyleri bunun tam aksini gösterdi.
İnsan doğası gereği öğrenmek, keşfetmek ve üretmek istiyor ama dış baskılar bu doğal isteği köreltiyor.

İnsanların gerçek anlamda motive olabilmeleri için üç temel psikolojik ihtiyacın karşılanması gerekiyor.
Kendi kararlarını verebilme yani seçme hakkına sahip olma, bir şeyleri başarabildiğini veya geliştiğini hissetme ve bir yere ait olma ya da anlamlı ilişkiler kurma.
Bu üç ihtiyaç doyurulduğunda insanlar öğrenmeye, gelişmeye ve üretmeye doğal bir şekilde yöneliyor ve daha özgüvenli oluyorlar.
Bastırıldığında ise motivasyon kayboluyor ve sadece zorunluluktan yapılan işler ortaya çıkıyor.

Çocuklarımızın hayatlarında başarılı olabilmeleri için ödüller ve notlar belki önemli olabilir.
Ama etkileri geçici olacak ve en kalıcı motivasyon içlerinden gelecek.
Eğer bir mesleğe yönelmek istiyorlarsa sırf para, statü ya da başkalarının beklentisi için değil, kendi ilgi ve değerleri doğrultusunda seçmeliler.
Gerçek başarı ve tatmin sadece kendileri istediği için yaptıklarında gelecek.

Onlara sadece ödül ve ceza sistemiyle yaklaşmamalıyız.
Onlara seçim hakkı vermeli, kendi kararlarını almalarına fırsat tanımalı ve hata yapmanın gayet doğal olduğunu öğretmeliyiz.
Verebileceğimiz en büyük destek çocuklarımızın özerklik, yeterlik ve ilişki ihtiyaçlarını karşılamak adına olmalı.

Çocuklarımız kendi seçimlerini yapabilmeliler.
Bu onlara sınırsız özgürlük sunmak değil, kendi kararlarını alacak alan bırakmak demektir.
Kendi seçimlerinin sonuçlarını yaşadıkça hem sorumluluk duyguları hem de iç motivasyonları artacak.

Çocuk bir işi başarabildiğinde, öğrenmeye ve denemeye devam etme isteği de güçlenir.
Bu yüzden uygun zorlukta görevler vermeli ve küçük de olsa başarılarını ve gösterdikleri emeği fark edip takdir etmeliyiz.

Çocuklar kendini değerli, kabul görmüş ve sevilmiş hissettiklerinde hedefe daha iyi odaklanırlar.
Bunun için sadece başarılı olduklarında değil, başarısız olsalar da yanlarında olduğumuzu hissetmeliler.
Onları dinlemek, fikirlerini önemsemek, hatalarını öğrenme fırsatı olarak görmelerini sağlamak onlara sunacağımız en etkili rehberlik olacak.

Hayatta en büyük ödül, içimizdeki merakı kaybetmeden ilerleyebilmektir.
Notlar puanlar geçer gider, ödüller unutulur.
Ama bize bir ömür boyu yol gösterecek iç motivasyonumuz hep bizimle kalır.

3 Haziran 2025 Salı

Mutluluk Yasası


"Sakin ve gösterişsiz bir yaşam, sürekli huzur arayışından daha fazla mutluluk getirir." A.Einstein


1922 yılında Albert Einstein, tüm temel kuvvetleri tek bir alan cinsinden yazılabilmesine imkan sağlayan "Birleşik Alan Teorisi" hakkında yazdığı makalesini tamamladı.
Çalışmalarını anlatmak üzere dünyanın farklı ülkelerine konferans turuna çıktı.
Japonya duraklardan biriydi.

Tokyo’daki Imperial Hotel’de konaklayan Einstein, o dönem fizik dünyasının yıldızıydı.
1921 Nobel Fizik Ödülü’ne layık görülmüş, dünyanın en büyük zihinlerinden biri olarak alkışlanıyordu.
Otel odasında dinlendiği bir gün kapısı çaldı, bir kurye kendisine evrak getirdi.
Einstein, kuryeye bahşiş vermek istedi, ancak Japonlarda bahşiş vermek alınan hizmetten memnun olunmadığı anlamına geldiğinden hakaret olarak algılanıyordu.
Bunun yerine, kalemini eline alarak üzerinde bu notun yazdığı küçük bir kağıdı kuryeye verdi.

Bu sözün yazdığı not, yıllar sonra bir açık artırmada kuryenin yeğeni tarafından 1,56 milyon dolara satıldı.
Ama asıl değeri, az ama öz kelimelerle vermek istediği mesajda gizliydi.
Başarıya ulaşmış bir dahinin, başarının ötesine dair bir arayışla ilgili içini dökmesi, gerçekten paha biçilmezdi.


Bu not sadece bir tavsiye değil, çağının ötesinde bir farkındalığın, yaşanmışlıkların ve içsel dönüşümün ürünü.
Son yüzyılımızın en dahisinin bu sade ve derin sözü, insanın iç dünyasına, hayatın anlamına ve modern yaşamın karmaşasına dair çok şey söylüyor.
Yaşamı sorgulayan ve yüzeyselliğe teslim olmayan insanlar için de bu sözden çok güçlü anlamlar çıkarmak mümkün.

Onu böyle düşünmeye iten sebepler neydi?
Neler gördü, neler yaşadı, neler deneyimledi de böyle bir düşünceye sahip oldu?
Neden bilim tarihinin en büyük isimlerinden biri, “daha fazla ödül”, “daha fazla başarı”, “daha büyük alkışlar” demedi de, sakinlik ve gösterişsizlik dedi?

Cevaplar, dikkatli bakıldığında Einstein’ın hayatının satır aralarında saklanmış gibi duruyor.
Gençliğinden itibaren yalnızlığı seven, kalabalıklardan uzak duran biriydi.
Gösterişten, protokolden, unvandan ve sıradışı olarak övülmekten hoşlanmazdı.
Bilimsel keşifleri kadar, savaş karşıtı duruşu, insani duyarlılığı ve özgür düşünceye olan tutkusu ile de tanınırdı.
Hayatı boyunca büyük zihinlerin büyük kalabalıkların arasında değil de büyük sükunetlerin içinde derinleştiğini gördü ve yaşadı.


Başarı, eğer iç huzurla beslenmiyorsa, insanı daha huzursuz kılan bir kovalamacaya dönüşebiliyor.
Ödüller, eğer anlamla bütünleşmiyorsa, sadece raflarda süs olarak kalıyor.
Einstein da, hayatın anlamını sadece fiziğin formüllerinde değil, içten ve sade bir yaşamda, sıradan gibi görünen ama gerçekten yaşanan anlarda aradı.
Belki de bu yüzden fizik yasalarının ötesine geçen bir “mutluluk yasası” bıraktı bizlere.

Bugün hepimiz bir şeylerin peşindeyiz.
Daha fazla başarı, daha büyük imkanlar, daha çok görünürlük - tanınırlık, daha fazla konfor vs...
Ama hiç durup da kendimize hesap sormuyoruz.
Bu kadar koşturmacanın içinde neleri geride bırakıyor, neleri kaçırıyoruz?
Mutluluk, huzur gözümüzün önünde de biz mi onu farketmeden yanından geçip gidiyoruz?

Belki de hayatın anlamını uzaklarda aramaktan yorgun düşüyoruz.
Belki de anlam, gösterişte değil, Einstein'ın da dediği gibi sakinlikte.
Sürekli parlaklık ararken, gözümüz kararıyor.
Gerçekten huzur ve mutluluk, göremediğimiz veya görmek istemediğimiz yerlerde gizli belki.
Belki de hayatta gerçekten önemli olan şey bu ama farkına varamıyoruz.


Bugün insanlık, sosyal medya, tüketim kültürü, hız, rekabet ve gösterişle dolu bir çağda nefes almaya çalışıyor.
Einstein en zekilerimizden biriydi.
Modern dünyanın en temel yanlışını görmüştü.
Mutluluğu sürekli olarak dışardan gelecek kazanımlarda aramak en büyük hataydı.
Aslında sakinliğin, gösterişten uzak, sade bir yaşamın çok daha sürdürülebilir ve gerçek bir mutluluk sağladığını fark etmişti.

Hayat sadece başarılarla değil, huzurla yaşandığında anlam kazanıyor.
İnsanlık bilgi ve teknolojiyle büyüyor, ancak mutluluk sadeleşmeyle geliyor.

1 Haziran 2025 Pazar

Zeka Neden Başarı Getirmiyor?


"Eğitimin temel amacı, çocukları kendi yeteneklerinin bilincine vardırmaktır." 
E. Fromm


Psikoloji tarihinin en uzun soluklu araştırmalarından biri Lewis Terman tarafından gerçekleştirildi.
1921 yılında California’daki okullarda IQ’su 140 ve üzeri olan 1.528 çocuk seçildi.
Bu çocuklar sadece zeki değil, aynı zamanda iyi eğitimli ve sosyoekonomik olarak avantajlı ailelerin çocuklarıydı.
Yıllarca sürecek bu araştırmada Terman'ın amacı, zekanın başarıya etkisini anlamaktı.
Seçilen çocukların hayatları boyunca eğitimleri, iş hayatları, sağlık durumları ve hatta evlilikleri takip edildi.

Terman, IQ testlerini Amerika’ya uyarlayan kişi.
Bugün kullanılan Stanford–Binet Zeka Testi onun eseri.
Zekaya takıntılı biriydi ve üstün yeteneklilere karşı derin bir sempati duyuyordu.
Zekanın her şeyi belirlediğine inanıyordu.
Ona göre bu çok zeki ve parlak çocuklar ileride bilim insanı, sanatçı, lider olarak Amerika'nın gücü ve geleceğin Einstein’ları, Edison’ları olacaklardı.

Ancak sonuçlar onu çok şaşırttı.
Çocukların çoğu iyi eğitimler aldı, sıradan işlerde çalıştılar ve ortalamanın üzerinde bir hayat sürdüler.
Ancak bunlara rağmen hiçbirisi olağanüstü bir başarıya ulaşmadı.
Nobel alan, büyük bir icat yapan ya da toplumda iz bırakan biri çıkmadı.
Hatta ilginçtir ki Terman'ın yeterince zeki olmadıkları sebebiyle araştırmanın dışında bıraktığı iki çocuk, ileride Nobel Fizik Ödülü kazandı.


Terman'ın beklentisi kadar olmasa da çocukların arasından başarı ve mutluluğu yakalayabilenler de oldu.
Kendilerine en uygun mesleği seçenlerin çalışmaktan haz duydukları ve daha mutlu yaşadıkları görüldü.
Doğru mesleği seçebilenler, hayatın akışı içinde rastgele bir mesleğe sürüklenenlere göre daha haz dolu ve tatminkar bir hayat yaşadılar.
Potansiyelinin altında ya da yapabileceğinden fazlası olan mesleklere yönelenler ise sağlık sorunları ile boğuşarak mutsuz ve kısa hayatlar sürdüler.

Başarıya ulaşanların tamamı, anlam duygusunu buldukları ve önemli saydıkları işlerde çalışanlar arasından çıktı.
Doğru mesleği tercih edenler, hayatın kolayına kaçan, stresten uzak kolay ve basit meslekleri tercih edenlere göre daha verimli ve başarılı oldular, daha sağlıklı ve uzun yaşadılar.
En anlamlı sonuçlardan biri de, başarılı olanların ortak özelliğinin çocuklukta özgüvenli yetişen, azimli ve hedefe yönelik çalışan kişiler olmasıydı.


Araştırmanın sonuçları genel olarak yüksek zekanın başarı için tek başına yeterli olmadığı gerçeğini gözler önüne seriyor.
Herhangi bir meslekte ya da işte başarılı olmak için sadece yüksek IQ yetmiyor.
Zekâ bir potansiyel.
Ancak potansiyelin gerçek bir başarıya dönüşmesi için çaba, tutku ve devamlılık da gerekiyor.

Zeka ile kısa mesafeleri hızla koşabiliriz.
Ama hayat çok uzun bir mesafe koşusu.
Yılmadan devam etmek, düşmekten korkmamak ve düştüğümüzde kalkacak gücü bulmak çok daha uzun mesafelere gidebilmemizi sağlayacak.


Meslek danışmanlığı görüşmelerimizde anne-babalardan sıkça duyuyoruz.
Çocuklarının çok zeki olduğunu ve hangi alana yönelse başaracağını söylüyorlar.
Sanki çocuğun böyle bir başarılı olma zorunluluğu varmış gibi herşey zeka etrafında şekilleniyor, tüm plan programlar ve hedefler ona göre belirleniyor.

Ama bundan daha önemli sorulara odaklanmamız gerekli:
Bir çocuk, neye gönülden bağlanıyor? Hangi alanda yorulmaya razı?
Zekasını kullanıyor ve yeteneklerinin peşine düşüyor mu, yoksa çabucak vaz mı geçiyor?
Engeller ve zorluklarla karşılaştığında devam edebilecek gücü var mı?

Çocuklarımızın zekalarını övmek anlamsız.
Onların yorulmadan emek vermelerini, çaba göstermelerini, hayal kırıklığı ile baş edebilmelerini, hayallerinin ve tutkularının izinden gidebilmelerini desteklemeliyiz.
Çünkü ancak bunları yapabildikleri zaman başarılı ve anlamlı bir hayatları olacak.

Ne para, ne şan şöhret, ne kariyer ne de unvanlar.
Sadece işe yarama duygusu ve kendisine ihtiyaç duyulması insanın hayatına anlam katıyor.
Bu duyguların tadı alınmadığında herşey boş geliyor.
Kolay ve rahat bir yaşam ise acizlik ve değersizlik hissine neden oluyor.

27 Mayıs 2025 Salı

Başarı Yetenek ile mi Gelir, Tutku ile mi?

"Azim, hayatı bir sprint koşusu gibi değil, bir maraton gibi yaşamaktır." A. Duckworth


Hepimizin çevresinde doğuştan zeki ve yetenekli olduğu halde önemli başarılar kazanamamış birçok insan vardır.
Yine benzer şekilde, sıradan ortalama zekaya sahip olduğu halde çok çalışarak hedeflerine ulaşmış çok insan da vardır.
Çevremizde çok sık tanık olduğumuz bu duruma bakınca net bir şekilde anlayabiliyoruz.
En zeki olanlarımız değil, en çok direnenlerimiz, en çok çabalayanlarımız ve vazgeçmeyenlerimiz hedeflerine ulaşıyor.
Bu gözlemin bilimsel bir adı bile var: Grit Teorisi.

Son yıllarda adını sıkça duyduğumuz Angela Duckworth, "Grit Teorisi" ile Psikoloji alanında önemli bir ün kazandı.
Harvard ve Oxford Üniversitelerinde dereceleri olan Duckworth, kariyerine bir Matematik öğretmeni olarak başladı.
Öğretmenlik yıllarında hem kendi hem de birçok insanın hayatını değiştirecek önemli bir şeyi fark etti.
Öğrencilerinin başarısını belirleyen şeyin yalnızca zeka olmadığını gözlemledi.
Bu gözlem onu, “Gerçek başarıyı belirleyen şey nedir?” sorusunun cevabının peşine düşürdü.
Nörobilim ve Psikoloji alanlarında aldığı eğitimlerle birlikte yoğun bir çalışma ve düşünme dönemi geçirdi.
Yıllar süren araştırmalarının sonucunda ulaştığı sonucu "Grit Teorisi" ile dünyaya duyurdu:

“Başarılı insanlar, en yetenekli ya da en zeki olanlar değil, en sebatkar (kararlı) ve yılmadan çalışanlardır.”

Teorisine göre başarı, yalnızca zeka ya da yetenekle değil, uzun vadeli hedeflere gösterilen azim ve tutku ile ilgili.
Bir hedefe tutkuyla bağlanmak ve zorluklar karşısında vazgeçmeden sabırla ilerlemeye devam etmek başarıyı kaçınılmaz kılıyor.
Grit Teorisi, bugün dünyanın birçok yerinde eğitimden kariyer planlamasına kadar pek çok alanda referans alınıyor.
Grit, en basit haliyle tutku ve sebatın bir arada olduğu bir kavram.
Bir hedefe içten gelen istekle bağlanmayı ve zorluklar karşısında yılmadan devam etmeyi gerektiriyor.

Duckworth başarıya ulaşmak için sadece zeki olmanın tek başına yetersiz olduğunu; sabır, istikrar, azim ve kararlılığın çok daha belirleyici olduğunu anlatıyor.
Çalışmalarında öğrencilerin IQ’larını, fiziksel dayanıklılıklarını ve not ortalamalarını ölçüyor.
Okulu başarı ile tamamlayabilenlerin en iyi Grit puanına sahip olanlar arasından çıktığını gözlemliyor.
Yani zeka ve fiziksel yeterlilik yerine yılmadan çalışma arzusuna sahip olanlar başarılı oluyor.
Bu durumun eğitimde, sporda, sanatta ve iş hayatında da benzer şekilde sonuçlar getirdiğine şahit oluyor.

Meslek seçerken sadece “Neyi iyi yaparım?” sorusuna değil, “Ne için mücadele etmeye hazırım?” sorusunu da cevap ararız.
Bir meslekte başarılı ve mutlu olmak için o işe bağlılık ve süreklilik gerekir.
Bu yüzden doğru meslek seçimi Grit ile doğrudan ilişkilidir.
Resme yeteneği olan biri, eğer bu alanda sebat gösteremezse, usanmadan denemeye devam etmezse başarılı olamaz.
Ama ortalama bir yeteneğe sahip biri tutkuyla ve yılmadan resim yapmaya devam ederse, sonunda mutlaka bir başarı kazanabilir.
Bu nedenle ilgi ve yeteneklerin yanında bir öğrencinin istediği alanda uzun vadeli çaba göstermeye istekli olup olmadığını sorgular ve meslek seçiminde değerlendiririz.

Grit sahibi olanlarımız kolay kolay vazgeçmiyor.
Kısa süreli zorlukları aşmak için güçlü nedenler icat edip onlara sarılıyorlar.
Başarılarını geçicilik üzerine değil süreklilik üzerine inşa ediyorlar.
Hayal kırıklıklarını bile kendileri için bir gelişim fırsatına dönüştürebiliyorlar.
Bu sonuçlara bakıldığında Grit yalnızca akademik başarı için değil, hayat başarısı için de çok önemli.

Meslek seçimi çocuklarımız için bir yol ayrımı değil, bitmek bilmeyen çok uzun bir yolculuk olacak.
Bu yolculukta başarı, sadece yeteneklerle değil, tutkulu bağlılıkla ve istikrarlı çabayla gelecek.
Hayatta bizim için gerçekten önemli olan işler, vazgeçemediğimiz işler olacak.
Çaba göstermeden yeteneğimiz, gerçekleşmemiş potansiyelimizden başka bir şey değil.
Başarı için çocuklarımızın en güçlü değil, en kararlı olan taraflarını beslemeliyiz.

Öne Çıkan Yayınlar

Hibrit Zeka Çağı

Bugün ilkokul 1. sınıfa başlayacak bir çocuk 15 yıl sonra çalışmaya hazır olduğunda bambaşka bir iş dünyası onu bekliyor olacak. Şu an var o...