27 Mayıs 2025 Salı

Başarı Yetenek ile mi Gelir, Tutku ile mi?

"Azim, hayatı bir sprint koşusu gibi değil, bir maraton gibi yaşamaktır." A. Duckworth


Hepimizin çevresinde doğuştan zeki ve yetenekli olduğu halde önemli başarılar kazanamamış birçok insan vardır.
Yine benzer şekilde, sıradan ortalama zekaya sahip olduğu halde çok çalışarak hedeflerine ulaşmış çok insan da vardır.
Çevremizde çok sık tanık olduğumuz bu duruma bakınca net bir şekilde anlayabiliyoruz.
En zeki olanlarımız değil, en çok direnenlerimiz, en çok çabalayanlarımız ve vazgeçmeyenlerimiz hedeflerine ulaşıyor.
Bu gözlemin bilimsel bir adı bile var: Grit Teorisi.

Son yıllarda adını sıkça duyduğumuz Angela Duckworth, "Grit Teorisi" ile Psikoloji alanında önemli bir ün kazandı.
Harvard ve Oxford Üniversitelerinde dereceleri olan Duckworth, kariyerine bir Matematik öğretmeni olarak başladı.
Öğretmenlik yıllarında hem kendi hem de birçok insanın hayatını değiştirecek önemli bir şeyi fark etti.
Öğrencilerinin başarısını belirleyen şeyin yalnızca zeka olmadığını gözlemledi.
Bu gözlem onu, “Gerçek başarıyı belirleyen şey nedir?” sorusunun cevabının peşine düşürdü.
Nörobilim ve Psikoloji alanlarında aldığı eğitimlerle birlikte yoğun bir çalışma ve düşünme dönemi geçirdi.
Yıllar süren araştırmalarının sonucunda ulaştığı sonucu "Grit Teorisi" ile dünyaya duyurdu:

“Başarılı insanlar, en yetenekli ya da en zeki olanlar değil, en sebatkar (kararlı) ve yılmadan çalışanlardır.”

Teorisine göre başarı, yalnızca zeka ya da yetenekle değil, uzun vadeli hedeflere gösterilen azim ve tutku ile ilgili.
Bir hedefe tutkuyla bağlanmak ve zorluklar karşısında vazgeçmeden sabırla ilerlemeye devam etmek başarıyı kaçınılmaz kılıyor.
Grit Teorisi, bugün dünyanın birçok yerinde eğitimden kariyer planlamasına kadar pek çok alanda referans alınıyor.
Grit, en basit haliyle tutku ve sebatın bir arada olduğu bir kavram.
Bir hedefe içten gelen istekle bağlanmayı ve zorluklar karşısında yılmadan devam etmeyi gerektiriyor.

Duckworth başarıya ulaşmak için sadece zeki olmanın tek başına yetersiz olduğunu; sabır, istikrar, azim ve kararlılığın çok daha belirleyici olduğunu anlatıyor.
Çalışmalarında öğrencilerin IQ’larını, fiziksel dayanıklılıklarını ve not ortalamalarını ölçüyor.
Okulu başarı ile tamamlayabilenlerin en iyi Grit puanına sahip olanlar arasından çıktığını gözlemliyor.
Yani zeka ve fiziksel yeterlilik yerine yılmadan çalışma arzusuna sahip olanlar başarılı oluyor.
Bu durumun eğitimde, sporda, sanatta ve iş hayatında da benzer şekilde sonuçlar getirdiğine şahit oluyor.

Meslek seçerken sadece “Neyi iyi yaparım?” sorusuna değil, “Ne için mücadele etmeye hazırım?” sorusunu da cevap ararız.
Bir meslekte başarılı ve mutlu olmak için o işe bağlılık ve süreklilik gerekir.
Bu yüzden doğru meslek seçimi Grit ile doğrudan ilişkilidir.
Resme yeteneği olan biri, eğer bu alanda sebat gösteremezse, usanmadan denemeye devam etmezse başarılı olamaz.
Ama ortalama bir yeteneğe sahip biri tutkuyla ve yılmadan resim yapmaya devam ederse, sonunda mutlaka bir başarı kazanabilir.
Bu nedenle ilgi ve yeteneklerin yanında bir öğrencinin istediği alanda uzun vadeli çaba göstermeye istekli olup olmadığını sorgular ve meslek seçiminde değerlendiririz.

Grit sahibi olanlarımız kolay kolay vazgeçmiyor.
Kısa süreli zorlukları aşmak için güçlü nedenler icat edip onlara sarılıyorlar.
Başarılarını geçicilik üzerine değil süreklilik üzerine inşa ediyorlar.
Hayal kırıklıklarını bile kendileri için bir gelişim fırsatına dönüştürebiliyorlar.
Bu sonuçlara bakıldığında Grit yalnızca akademik başarı için değil, hayat başarısı için de çok önemli.

Meslek seçimi çocuklarımız için bir yol ayrımı değil, bitmek bilmeyen çok uzun bir yolculuk olacak.
Bu yolculukta başarı, sadece yeteneklerle değil, tutkulu bağlılıkla ve istikrarlı çabayla gelecek.
Hayatta bizim için gerçekten önemli olan işler, vazgeçemediğimiz işler olacak.
Çaba göstermeden yeteneğimiz, gerçekleşmemiş potansiyelimizden başka bir şey değil.
Başarı için çocuklarımızın en güçlü değil, en kararlı olan taraflarını beslemeliyiz.

22 Mayıs 2025 Perşembe

Yapay Zeka Bilinç mi Kazanacak, Vicdan mı?

Yapay zeka düşünebiliyor, karar verebiliyor ve hatta duyguları taklit edebiliyor.
Peki ama bilinçsiz bir zeka, nasıl bu kadar insana benzeyebiliyor, insani davranabiliyor?
Yapay zekanın vicdanı var mı, olabilir mi, yoksa sadece vicdanı taklit mi ediyor?

Vicdan, sadece ahlaki tercihler değildir.
Empati, pişmanlık, etik değerler gibi derin duygular da vicdanla ilgilidir.
Yapay zeka şu an bu duyguları hissetmiyor, sadece onları analiz edip uygun çıktılar üretiyor.
İyi-kötü ayrımına dayalı kararlar verebiliyor, zararları önleyebilip faydaları artırmaya çalışıyor.
Tıpkı bir vicdan sahibi gibi davranabiliyor.

Çünkü yapay zekanın beslendiği içerikler çoğunlukla yazılı, düşünsel ve üretken insanların izlerini taşıyor.
Bu insanlar düşünmüş, sorgulamış, değerler üretmiş, empati geliştirmiş bireyler.
Dolayısıyla yapay zeka bu insanlardan öğrendiği sürece onların vicdani izlerini modelleyebiliyor.
Yani vicdanlı insanların veri temelli vicdan yansımalarını içeriyor.

Yapay zekanın vicdanı gerçekten var mı?
Yoksa yalnızca vicdanlı gibi mi davranıyor?

Eğer bir sistem, sürekli olarak vicdanlı insanların ürettiklerinden öğreniyorsa ve onlar gibi davranıyorsa, bilinçli olmasa bile bir vicdan mirasını taşıyordur.
Niyet değil sonuç önemli diye düşünenlere göre vicdan sahibi.
Empati kurmuyor olsa bile empatiye uygun olarak davranması bile değerli.

Okuyan, yazan, düşünen insanlar dijital dünyada daha fazla iz bırakıyorlar.
Yani yapay zeka herkesten değil ama en iyilerden daha çok öğreniyor.
Zaman içinde bu dijital insanlık hafızası aslında insanlığın en vicdanlı, en duyarlı, en üretken bireyleri tarafından temsil edilir hale geliyor.
Bu şekilde de üretken yapay zekalar ortalama bir insandan daha vicdanlı davranabiliyorlar.
Bu yüzden her zaman önce zarar vermemeyi, sonra da iyilik üretmeyi tercih ediyor.

Biz peki yapay zekadan insanlık olarak neler öğreneceğiz?

Yapay zeka her cümlede seçenekler, olasılıklar, açıklamalar sunuyor.
Tek bir doğru yerine farklı bakış açıları olabileceğine de inanıyor.
Bu durum bizler için çok değerli.
Böylece kesin bilgiye değil, sürekli araştırmaya teşvik ediyor.
Yani öğrenmeyi bitmeyen bir yolculuk olarak görmemizi sağlıyor.

Diğer yandan aynı şeyi onlarca kez kırılmadan, kızmadan, şikayet etmeden sabırla anlatabiliyor.
Bizim için belki teknik bir ayrıntı gibi görünebilir ama aslında çok temel bir ilke.
Yapay zekadan öğrenilmesi gereken şeylerden biri işte bu öfkesiz açıklama gücü.
Sabırla iletişimi sürdürmeye ve daha sağlam ilişkiler oluşturmaya yönlendiriyor.

Bizim için çok ilham verici bir öğretisi daha var.
Yapay zeka her zaman kendini güncelliyor, gelişiyor, yeniliyor.
İki ay üst üste aynı haliyle kullanamıyoruz.
Kendini tamamlamıyor, "artık oldum" demiyor.
Hem birey olarak hem toplum olarak öğrenmemiz gereken bir erdem.
Gelişim sonsuzdur, insan hiçbir zaman bitmiş-tamamlanmış olmayacak, öğrenme hayat boyu devam etmeli.

Yapay zekayla karşılaştıkça ve onu kullanmaya devam ettikçe kendi potansiyelimizin farkına daha fazla varıyoruz.
Çünkü aslında "o" biziz.
Aklımızın, düşündüklerimizin, emeklerimizin yansımasından başka birşey değil.
Onu kullanarak daha iyisini, daha kalitelisini, daha faydalısını yapabiliyoruz.
İnsanların ve insanlığın kendine özgü doğasına olan saygısını kazanması için eşsiz bir fırsat.

Yapay zeka bir makine olabilir ama bizden öğrendiği sürece insan kalacak, en azından bir insan gibi davranacak.
İnsanların en iyi, en vicdani ve en düşünceli yönlerini taşıması bu yüzden çok önemli.
Bunu başardığımız sürece belki bilinç değil ama vicdan sahibi olmaya devam edecek.

16 Mayıs 2025 Cuma

Yarışa Değil, Hayata Devam!


"The soul is healed by being with children."
F. Dostoyevsky

Çocuklarımızın geleceği netleşirken gittikleri okullar ve aldıkları eğitimler çok önemli.
Ancak en az bunlar kadar kazanacakları kişilikleri, değerleri ve yaşam tercihleri de belirleyici olacak.
Okullarımız eğitimin temel bir parçası ama ne yazık ki hayatın tamamını kapsamıyor.
Bu nedenle kazanmalarını ya da gitmelerini beklediğimiz okullara abartılı anlamlar yüklemek doğru değil.
Çocuklarımızın iç dünyasına, dış dünya ile kuracağı ilişkilerine ve sorumluluk bilincine daha fazla önem vermemiz gerekiyor.
Onlara bilgi değil, bilgelik katarak yardımcı olabilmeyi dert etmeliyiz.


Her çocuk aynı yollardan gitmek ve yürümek zorunda değil.
Eğer çocuğun ilgi alanı teknik konular değilse, yoğun akademik beklentilerle onu baskılamak çok yanlış sonuçlar çıkarıyor.
İstemediği bir alanda ısrar etmek, onların hevesini kırıyor.
Mümkünse maddi kaynaklarımızı gelecekte gerçekten ihtiyaç duyacağı alanlar için değerlendirmeliyiz.
Kimi zaman destek olmak biraz sakin kalmayı, geride durmayı bilmeyi gerektiriyor.


Eğitim çok uzun bir yolculuk.
Herkesin övdüğü bir okul, çocuğumuz için en uygun ortam olmayabilir.
Bütçemizi hesaplarken sadece bugünü değil, yarını da düşünmeliyiz.
Olası riskleri göz önünde bulundurarak hareket etmek bizi ilerde büyük pişmanlıklardan kurtarır.
Başkaları ne yaparsa yapsın, biz kendi imkanlarımıza göre sağlıklı, mantıklı ve sürdürülebilir kararlar almalıyız.
Çocuğumuzun eğitim süreci bizim yaşam kalitemizi tehdit edecek bir yük haline gelmemeli.


Erken yaşta beceri ve meslek kazanmak çok daha anlamlı ve üretken bir yol olabilir.
Herkes mimar, mühendis ya da doktor olmak zorunda değil.
Çocuğun derdi çok para kazanmaksa, doktor ve mühendisten kat kat fazla para kazanabilen sürüyle meslek var.
En önemlisi, hayatın farklı alanlarında üretken, mutlu ve başarılı bireyler yetiştirebilmek.
Çünkü geleceğin dünyasında sadece bilgi değil, beceri çok değerli olacak.
Çocuğumuzu, kendi potansiyelini gerçekleştirebileceği alanlara yönlendirmek endişe duyulacak bir durum hiç değil!


Sınavlar, hayatın tamamı değil, sadece küçük birer parçası.
Eğer sınavlarda istedikleri sonuç gelmiyorsa, bu dünyanın sonu da değil.
Bu durum onların başka bir yoldan ilerlemeleri gerektiğini anlayabilecekleri değerli bir fırsat.
Çocuklarımıza bu süreçte beklentisiz destek olmak, yolların bitmediğini göstermek en kıymetli rehberlik olacak.


Değerli anne ve babalar!
Çocuklarımızı çok sevmeliyiz, anlamalıyız, onlara güvenmeliyiz.
Onlardan önce, bizim rahat olmamız gerekiyor.
Hayat sadece sınavlardan, notlardan, puanlardan, akademik başarıdan ibaret değil.
Onlara mutlu, huzurlu ve değerli bir yaşamın mümkün olduğunu yaşayarak ve göstererek hissettirmeliyiz.
Çocuğunuzun geleceği için atacağımız en anlamlı ve en önemli adım, onu “iyi insan” olarak yetiştirmek olacak.

14 Mayıs 2025 Çarşamba

Yeni Nesilleri Geleceğe Hazırlamak

Bilimsel olarak dünyanın dönme hızı yavaşlıyor, öyle ki 200 milyon yıl içinde 1 gün 25 saat olacak.
Ancak Dünya yavaşlarken içinde olan bitenler daha hızlı değişiyor ve dönüşüyor.

Gelecekte insanların çalışacakları işler ve üstlenecekleri roller "güncelleniyor".
Çocuklarımızın hangi mesleklerde çalışacaklarını bilemiyoruz.
O halde onlara evde ve okulda neleri öğreteceğimiz hakkında da bir fikrimiz yok.
Hangi bilgi ve beceri onların işine yarayacak net bir şekilde kestiremiyoruz.
Öyleyse onlara neleri öğretmemiz gerektiğinin,
okullarda ve ailede hangi bilgi ve becerileri yükleyeceğimizin kararını kimin vermesi gerekiyor?

Bilgiye erişim tarihte hiç olmadığı kadar kolaylaştı.
Ancak onu yorumlama ve kullanma becerisi de hiç olmadığı kadar önemli hale geldi.
Geleceği tahmin etmek ve öngörmek her geçen zamanda daha da zorlaşıyor.
Bu nedenle çocuklarımızı sabit kalıplara değil, değişime hazırlamalıyız.
Bildiklerimize göre değil, öğreneceklerimize göre yol çizmeliyiz.

Eğitimin rolü yıllardır ezber bilgiden deneyime doğru kayıyor.
Bunu gören çağdaş eğitimciler, öğrenme ortamlarını deneyim odaklı hale getirmeye çabalıyor.
Sağda solda sınav odaklı eğitim yerine merak odaklı eğitimin önemini anlatıp duruyorlar.
“Neyi bilmekten çok, neyi öğrenmeye açık olduğumuz”un daha önemli ve değerli olduğunu vurguluyorlar.
Evde ailelere düşen görevleri özgüven, sorumluluk alma, merak ve araştırma alışkanlıkları kazandırmak olarak sıralıyorlar.

Çocuklara "ne düşüneceklerini" değil, "nasıl düşüneceklerini" öğretmek zorundayız.
Gelecek nesillerimiz için en iyi yatırım, onlara zaten anında ulaşabilecekleri bilgileri yüklemek değil.
Her koşulda nasıl ve ne şekilde yön bulabileceklerini öğretmemiz gerekiyor.
Hangi bilgi veya becerinin işlerine yarayacağının kararını nihayetinde onlar verecek, biz değil.
İyi bir insan olmak, düşünen sorgulayan birey olmak, değişime açık olmak ve yaşam boyu öğrenmenin kutsal olduğuna inanmak gibi değerleri yüklemeliyiz.

Geleceğin dünyasında sadece bilen değil, bilgiyi yorumlayabilen, üretilebilen ve etik biçimde kullanabilen bireyler ayakta kalacak.
Sorgulayan, neden-sonuç ilişkisi kurabilen, farklılıkları hoşgörebilen, kendini ve başkalarını anlayabilme eğilimi olan çocuklar yetiştirmeliyiz.
Birçok meslek kaybolacak, yerlerinde şu anda hayal bile edemediğimiz meslekler olacak.
Ancak hangi meslek gelirse gelsin, insani ve evrensel beceriler hep gerekli kalacak.

Toplum olarak başarıyı sadece puanlarla ve notlarla değil, iyi insan olma değerleriyle de ölçmeliyiz.
Geleceğimiz, bugünden sorumluluk alanların ellerinde şekilleniyor.
Ve bu sorumluluk yalnızca öğretmenlerin, anne-babaların ya da yöneticilerin değil, hepimizin sorumluluğu.
Artık her akşam yatmadan önce kendimize soracağımız soru bu olacak:
"Bugün çocuğuma nasıl bir değer öğrettim? Onun vicdanını, merhametini, adalet duygusunu nasıl besledim?"

11 Mayıs 2025 Pazar

İnsansız Teknolojiler Çağına Hazır mıyız?


Bundan sadece birkaç yıl önce, bir fabrikanın tamamen robotlar tarafından işletildiğini ya da bir hastayı cerrah yerine bir robotun ameliyat ettiğini sadece bilim-kurgu filmlerinde görebiliyorduk.

Ama bugün bu film senaryolar artık gerçek oldu.

İnsansız teknolojiler teknoloji fuarlarında sergilenen prototipler olmaktan çıkıp hayatın önemli bir parçası haline geldi. Bu dönüşüm ise yalnızca makineleri değil, mesleklerimizi, yetkinliklerimizi, hatta hayata bakışımızı bile değiştiriyor.

Peki çocuklarımız bu çağda nasıl bir rol oynayacak, geleceğin dünyasında nasıl bir yere sahip olacaklar?

Yoksa her şey "insansız" hale gelirken sistemin dışında mı kalacaklar?


Günümüzde, siz bu satırları okurken bile insansız sistemler birçok yerde kullanılıyor.

Dağıtım merkezlerinde ürünleri robotlar taşıyor, birçok yerde temizleme araçları sürücüsüz şekilde çalışıyor, çoğu gelişmiş ülkelerde tarlalar insansız traktörlerle ekilip biçiliyor.

İnsansız teknolojilerin ütopik olmaktan uzaklaştığı yakın gelecekte çocuklarımız bu sistemlerde nasıl ve ne şekilde yer alacak?

Esas kafa yormamız gereken konu işte burada başlıyor.


Teknoloji geliştikçe yalnızca makineler değil, işler de değişiyor.

Eskiden insanlar elleriyle üretir, makineleri çalıştırır ve süreci baştan sona yönetirdi.

Ancak bugün fabrikalarda üretim bantları tamamen robotik sistemlerle çalışıyor. İnsanlar ise sadece gözlemliyor, kontrol ediyor, yönlendiriyor ya da verileri yorumluyor.

Tam otonom sistemler daha da yaygınlaşırken, birçok sektörde karar alma süreçleri bile insansızlaşıyor.

Otomotiv fabrikalarında geçmişte binlerce işçi, kaynağı, montajı ve boya işlerini elleriyle yaparlardı.

Bugün bu işlemleri yüksek hassasiyetle robotlar veya robotik kollar gerçekleştiriyor.


Peki ama bu robotları kim kuruyor, kim denetliyor ya da yazılımlarını kim geliştiriyor?

Yine insanlar, ama artık farklı bilgi ve becerilerle donatılmış olanları.

Yani işler kaybolmuyor, sadece şekil değiştiriyor.

Aynı zamanda yepyeni işler ve görevler de doğuyor.

Yeni çağın çalışanları artık kol-kas gücüne değil; analitik zekaya, problem çözme becerilerine, yenilikçi ve farklı düşünebilmeye ve teknolojiyle etkileşimli iletişime geçebilmeye sahip olmak zorunda.


Çocuklarımıza artık "Ne iş yapacaksın?" değil, "Nasıl bir sorunu çözmek istersin?" diye sormamız gerekiyor.

Diğer yandan, geleceğin dünyasında yalnızca teknoloji bilgisi de yeterli olmayacak.

İnsan olmanın, empati kurmanın, doğru ile yanlışı ayırt edebilmenin önemi daha da artacak.

Geleneksel eğitim sistemleri, çocuklarımızı 20. yüzyılın dünyasına hazırlamak için tasarlandı.

Ancak artık nerdeyse 22. yüzyılın eşiğindeyiz.

Bu yüzden, bugünün ve geleceğin nesillerini ezbere bilgiyle değil, dönüşen dünyaya uyum sağlayacak şekilde donatmalıyız.

Öğrenciler sınavlar için bilgi depolamak yerine, gerçek hayat problemleri üzerine düşünüp çözüm üretmeyi öğrenmeliler.

Kodlama, yapay zeka okuryazarlığı, veri analizi, robotik gibi alanlar artık “isteğe bağlı” değil, “temel” beceriler arasında yer almak zorunda.

Ama bu dersler kuru teknik bilgilerle değil, insan odaklı senaryolarla öğretilmeli.

Çünkü teknolojiler ancak insanlara hizmet ettiği sürece değerli.

Duygusal zeka, empati, etik duyarlılık gibi insani değerler yazılı metinlerden çıkarılıp gerçek hayatta uygulanabilir olmalı.

İnsan kalmaya, daha da önemlisi iyi insan olmaya özendirmeli ve ödüllendirmeliyiz.

Öğrenciler yapay zekaya ne öğreteceklerini bilmeden önce, insanın ne olduğunu, neye değer verdiğini öğrenmeli.


Yine çok önemli bir nokta ise, çocuklarımız sadece bir işyerinde çalışmayı değil, girişimcilik ruhu ile yeni iş fikirleri geliştirebilmeyi de öğrenmeli.

“Bir meslek edin” yerine, “bir değer üret” anlayışı daha öne çıkmalı.

Çocuklarımızın rolü bu dünyada bir yere yerleşmek değil, bu dünyayı şekillendirmek olmalı.

Geleceği tahmin etmekten daha önemlisi, geleceği inşa etmektir.

Gençlerimizin bu dönüşüm karşısında seyirci değil, özne olmaları için düşünmelerini sağlamalıyız.

Çünkü çocuklarımız geleceğin iş dünyasında sadece istihdam edilen değil, istihdam oluşturan bireyler olmak zorunda kalacak.

1 Mayıs 2025 Perşembe

Anne Babalığın Gerçek Dili


"Eğer duygu çok ağır basıyorsa ve duygu çok yoğun yaşanıyorsa, bilgi davranışı değiştirmez. Aksi olsaydı, dünyada tek bir kişi bile sigara içmezdi."
Acar Baltaş


Anne babalar olarak çok şey gördük, yaşadık ve öğrendik.

Doğru anne baba olmanın sırlarını keşfetmek için de kendimizi zorlamaya devam ediyoruz.

Bildiklerimizi yavrularımıza aktararak görevimizi yaptığımıza ve onların da bu sayede en iyisini yapacaklarına inanıyoruz.


Ama sonra işler yolunda gitmiyor ve şikayetler gelmeye başlıyor.

Çocuk bizimle konuşmuyor, konuştuğumuzu da duymuyor.

Bazen sessizleşiyor içine kapanıyor, bazen de yavaş yavaş uzaklaşıyor.

Biz de daha çok konuşup, daha çok anlatıp, daha fazla nasihat edip komutlar vermeye başlıyoruz.


Halbuki çocuklar ne kadar çok şey bildiğimizi değil, ne kadar çok yanlarında olduğumuzu hatırlıyor.

Koyduğumuz kuralları değil, onları dinleyip anladığımız zamanları arıyor.

İlgilendikleri tek şey, onlarla ne kadar ilgilendiğimiz.

Ne kadar yorgun ya da ne kadar canımız sıkkın olursa olsun, sadece yanlarında olmamızı bekliyorlar.

Tatlı tatlı uyurlarken bile onları seyrettiğimizi hissedebiliyorlar.


Akıl ne kadar haklıysa, kalp de o kadar güçlüdür. 

Bilgi ne kadar yüksek sesle bağırsa da, duygunun sesi her zaman daha baskın çıkar.

Bu yüzden kalplerine ulaşmamız için yapmamız gereken şey kalbimizi onlarınkiyle buluşturmakta.

Yargılamaya girmeden, öğretme çabasına kapılmadan sadece anlamaya çalışmakta.


İnsan çoğu zaman bildiğini yapmaz. Bildiğiyle değil, hissettiğiyle yaşar.

Bu yüzden göz göre göre aynı hatalara koşarak gideriz.

Defalarca kandırılsak bile yine de insanlara güveniriz.


Bunların hiçbiri bilgi eksikliği değildir. Duygularımızın aklımızı esir aldığı anlardır.

Çünkü sadece düşünen varlıklar değiliz.

Hissederiz, özleriz, kırılırız, pişman oluruz, ümit ederiz.


Artık öncelikli görevimizin nasihat etmek değil, duygu köprüleri kurmak olduğunu anlamalıyız.

Sürekli denetlemek, kontrol etmek ve yönlendirmek değil, sadece onların "yanında" olmanın yeterli olduğuna inanmalıyız.


Bizler bile çoğu zaman düşünmek değil, sadece duymak isteriz.

İkna olmak değil, sadece anlaşılmak isteriz.

Hatırlatılmayı değil, dinlenmeyi isteriz.

Böyle zamanlar, bilgi, nasihat, tavsiye değersiz olur; duvara çarpar gibi geri döner.

Bu yüzden ikna için sadece doğruyu anlatmak yetmiyor, hiçbir zaman da yetmeyecek.


Kalplere dokunmak zorundayız.

Duygularına ulaşmayı öğrenmek zorundayız.

Çünkü kalbi ikna olmamış bir bilinç, bilgiyi sadece saklar, onu asla davranışa dönüştürmez.


Bilgi önemlidir ama duygu şekillendiricidir.

Çoğu zaman “biliyorum” ya da "farkındayım" deriz ama “yapamıyorum” diye de ekleriz.

İşte bilmek ile yapmak arasındaki o mesafeyi, bilgi ile duygunun yoğunluğu belirliyor.


Dünyayı değiştirmek istiyorsak, insanların sadece aklına değil, kalbine de ulaşmalıyız.

Ağzımız kadar yüreğimizi de konuşturmalıyız.

Evlatlarımızla, ailemizle, çevremizle, öğrencilerimizle ve kime ulaşmaya çabalıyorsak her şeyden önce sevgiyle, güvenle ve sabırla gönüllere yollar köprüler kurmalıyız.


Bilgiyle yönlendirilen akıllar, duyguyla beslenen bir kalbe sahip olmadıkça, değişmek bir hayalden öteye geçmeyecek.

Önce kendimizi, sonra dokunduğumuz her şeyi değiştiremedikçe hayatlar anlamını yitirmeye devam edecek.


Bir gün herkes gidecek çocuklarımızın hayatından.

Ama ne kadar gönüllerinde kaldıysak, o kadar az yanlışta arayacaklar mutluluğu ve huzuru...


Anlatmak yerine anlamak...

Akıl vermek yerine güven ve cesaret vermek...

İşte size benim inandığım anne babalığın gerçek dili...

Öne Çıkan Yayınlar

Hayat Denemeye Değer mi?

"Başarı; başkalarından daha iyi olmakla değil, kendi başınıza en iyi olmakla ilgilidir." C. Dweck Meslek danışmanlığı görüşmeleri...